10 Mart 2019 Pazar

Bir Ömür Nasıl Yaşanır?






Kitabın adı: Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
Yazarı: İlber Ortaylı
Yayınevi: kronik
Basım yılı ve sayısı: 2019, 1.basım
Sayfa adedi: 288

Daha anlamlı yaşamak için İlber Ortaylı’dan tavsiyeler…
“Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Ben hep yerimde dursaydım, dünyamı değiştirecek insanları aramasaydım, bugün tanıdığınız ben olmazdım. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan, konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır.
- İlber Ortaylı - 
İlber Ortaylı, yediden yetmişe herkesin faydalanacağı, bilge şahsiyetinden ve yaşam tecrübesinden süzülen tavsiyelerden oluşan bir eserle karşımızda. İlber Hoca bu kitapta, bir insanın, çocukluktan itibaren hayatın hemen her alanında ihtiyaç duyacağı çözümleri nasıl bulabileceğini örnekler vererek anlatıyor. “Herkes kendi talihinin mimarıdır” sözünü hatırlatarak, kendi yolunu çizmenin ne anlama geldiğini tüm kritik noktalarıyla yorumluyor.
Bir ömrü hakkıyla yaşayabilmek ve yaşanan her andan tat alabilmek için önce ne lazımdır? 
İnsan hayatı kaç dönemden oluşur ve her bir dönemde neleri tecrübe etmek gerekir? 15, 25, 40 ve 55 yaşları neden birer eşiktir?
İnsan kimden, ne öğrenebilir? Kendi kendini yetiştirmek nasıl mümkün olur? 
Kişi mesleğini neye göre seçmelidir?
Bir işin uzmanı olmak ve o uzmanlık bilgisiyle çalışmak için nelere ihtiyaç vardır? 
Bir dil, en iyi nasıl ve ne zaman öğrenilir? 
En verimli sonucu alabilmek için nasıl çalışmak gerekir?
Sorumluluk sahibi bir insan, kendisi veya çocukları için nasıl bir eğitim modeli aramalıdır?
Hayata değer katmak için ne tür insanları arayıp bulmak gerekir? 
Doğru kararları alabilmek için en çok kimleri dinlemek gerekir? 
En iyi nasıl seyahat edilir; bir şehir nasıl dolaşılır? Hangi müze, hangi meydan, hangi sokakları görmek için dünyanın bir ucuna kadar gidilebilir?
İyi film, güzel müzik, doğru kitap nedir? Hangi temel eserleri dinlemeli, okumalı ve seyretmeliyiz?
İnsan yaşadığı şehirden tam manasıyla nasıl yararlanabilir?
“Bir Ömür Nasıl Yaşanır?”, ülkemizin medarıiftiharı olmuş bir tarihçinin gözünden, insanın hayattaki anlam arayışına, bu arayışın tadını nasıl çıkaracağına ve süreç boyunca karşılaşacağı zorluklarla nasıl baş etmesi gerektiğine dair çok özel bir kılavuz…

Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır, monotonluktan uzaklaşın, yüzünüz ifadesiz kalmasın


En son kimden, ne tavsiye aldınız? Hayatınızın istikametiyle, kişisel gelişiminizle ilgili birilerinin fikrini sorar mısınız? Herkesin bir şeyler önermesi, her kafadan bir ses çıkması yıldırdı mı yoksa sizi? Bu dertlere derman olacak bir kitap çıktı bu hafta. Gazeteci arkadaşımız Yenal Bilgici, Hürriyet yazarı, tarihçi Prof. İlber Ortaylı’yla meslek seçiminden seyahat tercihine, neleri okumak gerektiğinden hangi yaşı, nasıl tecrübe edeceğimize, hayatta doğru seçimler yapmanın yollarını konuştu. Ortaya, ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ çıktı. Ortaylı ve Bilgici’yle bir araya geldik.
Bu defa bir tarih kitabı değil, insanların hayatlarını en iyi nasıl değerlendirebileceğini konu alan bir kitap hazırlamışsınız. Nereden çıktı bu fikir?

- Gençler sürekli konferanslar vereyim, anekdotlar anlatayım, önemli kararlar arifesinde onlara tavsiyelerde bulunayım istiyor. Eh, kapı kapı gezecek değilim (gülüyor). İşte Yenal’la oturduk bu kitabı hazırladık. Ama sadece gençler için değil, herkese yönelik bir şeyler söylemeye gayret ettik. Öğrenmek, olan bitene dikkat etmek ve yöntemli yaşamak gerekir.
Kitapta diyorsunuz ki, “Tatsız bir çağdayız. Dünyamızın kısa zamanda büyük fizikî problemlerle karşılaşacağı söyleniyor. Felaketi önlemek için her zamankinden daha sorumlu, daha mütevazı, daha ölçülü davranmak zorundayız”. Hepimizi göreve çağırıyorsunuz, “Kendinize çekidüzen verin” diyorsunuz sanki...

- Evet. Bizim gençliğimizde kapitalistlerin ideolojisi vardı, komünistlerin ideolojisi vardı. Bunların ikisi birlikte dünyayı kirletti. Halbuki mühim olan insanların sağlığı ve bu dünya üzerinde güzel yaşamalarıdır. Ömür çok kısa. Yaşamımızı renklendirmemiz ve yararlı hale getirmemiz lazım. Saçmalıklarla kaybedecek vaktimiz yok. Boş değil, hoş yaşamamız lazım.
Parasına bakarak işe karar verilmez
Hayatımızın, geleceğimizin ne kadar bizim elimizde?

- Her şeye rağmen elimizde. Eskiden solcuların bir lafı vardı: “Biz halkız” derlerdi. Onun gibi söyleyecek olursak, “Biz insanlarız!” Kendi çizgini çizdiğin zaman kimse sana istemediğin bir şeyi yaptıramaz.
"Halay bilmeyen köylü de dans bilmeyen şehirli de hayatın tadını çıkaramıyordur. Dans bilmemek çok ayıptır. İnsan bu alanda kendini yetiştirmelidir."

Kitapta geçen en çarpıcı cümlelerden biri şu: “Yaşadıkları insanın yüzüne yansır”...
- Güzellik ya da çirkinlik meselesi değildir bu. Bir insan dingin yaşadıysa, iş yaptıysa, kötülükten kaçındıysa onun verdiği huzurla yüzü bir şekil alır. İnsanın yüzünü bir kitap gibi okuyabilirsiniz. İfadeniz bomboşsa hiçbir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan kurtulmak mümkündür; yaşayın, monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin, başkalarıyla ilgilenin, okuyun, sevin. Bunları dolu dolu yapın ki izleri yüzünüze yansısın. Yüzünüz ifadesiz kalmasın.
Sizin gibi ömrünü çalışmaya adamış birine sorulacak ilk soru belki şu olmalı; nasıl çalışmalıyız?

- Çalışmak kolaydır; oturur, çalışırsın. Daha önemli olan hangi işi yaptığındır. Bu da şüphesiz en başından işini doğru seçmekle mümkündür. Bunu yapmazsanız, hayatta hiçbir hedefiniz kalmaz. Boşuna çalışır durursunuz. Zihniniz de uyuşur.
Peki işimizi nasıl doğru seçeriz? Örneğin, para öncelikli bir kriter midir bu konuda?

- Sevdiğin işi yapacaksın. Meslek severek yapılır. Meslek seçiminde bizde yanlış göstergeler kullanılıyor. Para bunlardan birincisidir. Para getirecek her mesleğin size mutluluk, daha önemlisi verimlilik getirip getirmeyeceği şüphelidir. Yanlış bir meslek seçtiğiniz takdirde verimlilik ve başarı oranını daha başından eksik planladığınızı kabul etmeniz gerekir. İkincisi; bir meslek belki bugün için çok para getiriyordur ama hızla değişen şartlar sonucunda istikbalin nasıl yaşanacağı belli olmaz. Örneğin, bizde bir ara tıp sahasına çok büyük hücum oldu. 1960’ların Türkiye’sinde hekimlik çok verimliydi. Hekimler, yurtiçinde, hele kasabalarda çok para kazanıyorlardı. Yurtdışına gitmek isteyenler için yollar açıktı. Bugün artık bu şart söz konusu değil, hekimlik sıkıntılı bir meslek haline döndü.



Hangi kitapları okumalı?

1. Batı-Doğu Divanı Johann Wolfgang von Goethe
2. Semerkant Amin Maalouf
3. Kambur Şule Gürbüz (üstte)

Gelecek, çevrecilerin olacak
Bugünün popüler meslekleri için ne söylersiniz?

- Endüstri mühendisliği gibi bir dönemin gözdesi bir dal da tıbbın akıbetine uğrayacağa benziyor. Ya da işletmecilik... Gelecekte bu kadar genel müdüre yer olmayacağı için insanları bayağı sukutuhayale uğratacak bir meslek olur diyorlar. Kod yazıcılığı dahi bugün iyidir ama gelecekte daha daha iyi kod yazıcıları dışındakilerin çizginin altında kalacağı açıktır. Ayrıca şunu bilmek zorundasınız: Bazı mesleklerde para kazansanız bile ağır çalışma şartları söz konusudur. Beyazyakalıların arasına girersiniz ama çalışma hayatınız ve saatleriniz Endüstri Devrimi’nin maden işçilerininkinden beter olur. Bu size belirgin psikolojik hastalıklar, sonra da fiziki hastalıklar getirir.
Peki gelecekte ne tür mesleklerin yükseleceğini öngörüyorsunuz?

- Tek tek meslek söyleyemem ama çok açık ki gelecek çevrecilerin olacak. Yaşam şartlarımız ağırlaştırılıyor. Dolayısıyla çevrecilik, çok kapsamlı, çok ciddi mücadele isteyen bir ideoloji olacak. Yakın gelecekte dünyayı ve yaşamınızı kurtarmak için bu esası bilmemiz gerekecek. Çevrecilikle ilgili işler çok sabır ve emek isteyecek. Ama bunu zaten her meslek için söylerim. Şimdiki gençlerin düştüğü bir yanılgı da bazı mesleklerin çok kolay icra edildiğini düşünmeleri. En başta sanatçılık... Bu yolu seçenlerin uzun bir süre birtakım meşakkate tahammül etmeleri gerekir. Ve o arada da sinirlerine ve dünyasına sahip olmaları, çökmemeleri lazımdır.
Anne-baba meslek seçiminde bir çocuğu ne kadar yönlendirmeli?

- Anne-baba çocuğu yönlendirmeyi bir yerden sonra bırakacak. Mesleği çocuk seçecek. Onlar, çocuğun seçtiği mesleğin gerçek bir meslek olup olmadığına baksın, o mesleğin zorlukları nedir kendisine anlatsın. Ama size şunu söylüyorum, en makbul mesleğin, hatta bu meslek için en makbul üniversitede alınan eğitimin dahi garantisi yoktur. Ben Chicago Üniversitesi gibi fizik ve kimyanın çok önemli olduğu bir büyük üniversiteden doktora derecesiyle çıkan birinin, kapıcı olarak hayatını sürdürdüğünü biliyorum. Hiçbir şeyin garantisi yok. Gereken tek şey; yaptığın işi sevmen ve kendini ona derviş sabrıyla adamayı öğrenmendir.
Bu Batı dünyasında çok yaygın bir tutumdur. Bizde maalesef böyle değil. İnsanlar çok çabuk bıkıyorlar.
"Yabancı dil meselesini 25’inize gelmeden çözmeniz gerekir. Gecikirseniz geçmiş olsun. Elbette sonra da öğrenebilirsiniz ama aynı rahatlıkla  ve kavrayışla değil."

Arkadaşlık kurma meselesini de önemsiyorsunuz. Kitapta Yaşar-Tilda Kemal, Can-Güler Yücel gibi isimlerle arkadaşlığınızdan örnekler veriyorsunuz...
- Kiminle arkadaşlık yaptığınız mühimdir. Ben kendi arkadaşlarımda da, görüp tanıdığım insanlarda da bunu aradım. Her biri bana bir bakış açısı sunmuştur, bir boyut getirmiştir. Bana bir değer katmıştır. Bu bakış yanlış bir bakış da olabilir; sorun değil, zaman bu yanlışlığı giderecektir. Ayrıca illa aynı değer yargılarına sahip olduğunuz insanlarla arkadaşlık kurmanız da gerekmez. Bilakis, insan herkesten bir şey öğrenir. Yeter ki bu farklılıklardan yararlanın. Yanlışa saplanacağım diye dert etmeyin, sabit kalmayın.
"Çocuğunuzu ne fazla övün ne de fazla yerin. İnsanın çocuğundan dâhi diye bahsetmesi, devamlı küçümsemesi kadar tehlikelidir. Onun yanında olmasını bilin, yeter."


Hangi filmleri izlemeli?
1. ‘Potemkin Zırhlısı’ Sergei Eisenstein
2. ‘Bisiklet Hırsızları’ Vittorio De Sica
3. ‘Bir Kuşak’ - A. Wajda

Yalnız kalma konusunda yetenekli değiliz
Bu sabit kalmama meselesinin üzerinde çok duruyorsunuz...

- Evet, çünkü bizde kimse kendini rahat hissettiği yerden dışarıya çıkmıyor. Halbuki insanın kendini farklı gruplarda, farklı ortamlarda ispat etmesi gerekir. Bir insan ancak bu şekilde kendini geliştirebilir. Birçok kişi buna cesaret edemiyor, korkuyor. Korkmasınlar. Hayatta hareket etmek çok önemlidir. Sabit kalmamak, sürekli bir arayış halinde olmak gerekir.
Siz kendi hayatınızda da buna dikkat etmişsiniz...

- Kitapta da anlatıyorum; ben, istifade ettiğim hocalarımı hep bu şekilde arayıp buldum. Halil Bey (İnalcık), Mübeccel Hanım (Kıray), Nermin Hanım (Abadan-Unat), Andreas Tietze, daha nice isim... Unutmayın, insan kendi talihinin mimarıdır. Böyle insanlar sizin ayağınıza gelmez, sizin onlara gitmeniz gerekir. Korkmayın, sizi dışlamazlar. Kendinizi iyi yetiştirmişseniz, ilginiz, bilginiz dikkat çekerse, her grup sizi kabul eder. Bir şey söyleyeyim mi, hayat böyle çok daha eğlencelidir.
Kitapta evlilikle ilgili bir bölüm de var. Evliliği herkese tavsiye ediyor musunuz?

- Evlilik bir piyangodur. Ne kendi seçtiğin kişi çok matahtır ne anne-babanın tavsiye ettiği... Eşinle dostunla tanıştırırsın, fikirlerini alırsın, sonra da kendi ruhunun sesini dinlersin. İlişki yürümediği zaman -ki bunu mutlaka görürsün- “Ben bunu yürütürüm, karşı tarafı düzeltirim” gibi bir ahmaklık yapmayın. Birbirinizle fingirdemeye başladığınız yaşta karakterler çoktan oluşmuştur. Kimseyi değiştiremezsiniz.
Mutlu evliliğin sırrını da vermişsiniz; sürekli dip dibe olmamak, çiftlerin birbirine nefes aldırması... “Yalnız kalma becerisini geliştirin” diyorsunuz...

- Evet, her ilişkide tarafların birbirine alan bırakması şarttır. Biz Türkler bunu biraz ihmal ediyoruz. Hep yan yana, dip dibe olmayı sevgi zannediyoruz. Değildir. Maalesef biz yalnız kalma konusunda yetenekli değiliz. Huyumuz değil. Biliyor musunuz, bu yüzden iyi düşünür de çıkartamıyoruz. Çünkü kimse bir başına bir şey yapmıyor. Yanına hep birilerini arıyor.
Niye böyleyiz peki?

- Çünkü garanticiyiz. Yalnızlık zordur, zahmetlidir. Beraber olmak konforludur, tehlikelerden, risklerden uzaktır. Tamam ama bu konfor da işte yaratıcılığa, iş çıkarma yeteneğine düşmandır.
Yenal Bilgici
İyi tavsiyeye her zamankinden çok ihtiyaç var
 Öyle bir çağdayız ki her kanaldan bilgi, tavsiye, takip edilecek bir şey fışkırıyor. Ama ben bu kitapla şunu fark ettim, tamamen eski usul, bir büyüğün insanı karşısına alıp, “Bunu böyle yap, şuna dikkat et” demesi çok rahatlatıcı bir şeymiş... Sen neler hissettin bu kitabı hazırlarken?

- Evet, artık her şey elimizin altında; bütün filmler, bütün kitaplar, bütün albümler... Çok fazla seçenek var ama bu seçenekleri değerlendirmek zor. Zaman az, yöntem yok. Ben üniversite yıllarımda bunun eksikliğini çok çekmiştim. Örneğin ne okusam aklımda, “Acaba başka bir şeyi mi okumalıydım” sorusu oluyordu. Ne dinlesem, nereyi görsem, hangi dili öğrensem? Bugün birçok insanın bu soruları sorduğunu biliyorum. İyi tavsiyeye her zamankinden çok ihtiyaç var.
Bu kitap nasıl ortaya çıktı?

- Ben İlber Hoca’yla çok röportaj yaptım, Hürriyet’teki yazılarının editörlüğü de bendeydi. Beraber epey mesaimiz oldu. Bu dönemde pek çok kişinin hocaya akıl danıştığını, onun da çok isabetli tavsiyeler verdiğini gördüm. Bu kitap, o tavsiyelerin herkese hitap eden bir versiyonu. Sağ olsun, ben de bunlardan fazlasıyla yararlandım. Sistematik düşünme, çalışma konusunda nokta atışı tavsiyelerde bulunmuştur bana. Kitapta bunlar da var zaten.

‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır-Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler’, Kronik Kitap’tan çıktı.
İlber Hoca kolay biri değildir. Röportaj verirken bile yerinde duramaz, arka arkaya sıraladığı bilgilerle karşısındakini sersemletir, bazen sinirlenir, kendini kapatır... Zorlandın mı bu kitabı hazırlarken?

- Gerçekten hocanın kendi içinde bir ritmi var. Yakalamak zor ama o ritme ayak uydurabildiğinizde müthiş bir zenginlik sunuyor size. Elbette ritmi kaçırdığımız dönemler oldu ama çok da zorlandım diyemem çünkü İlber Hoca zaten bu tavsiyeler konusunu çok önemsiyor. Ona yolda yürürken danışan insanlara bile vakti yettiğince yardımcı oluyor. Bu yönü bana ilginç geliyor. İlber Hoca, dışarıdan bakıldığında bazen sert biri gibi görünebilir ama çocuğunu uykuda seven bir baba gibi... İnsanlar da onun tavsiyelerine kulak veriyorlar. Bir konferansında, “Genç çiftler mobilya alacaklarına, dünyayı gezsinler” demişti hatırlarsan... Bu sözünü dinleyen pek çok genç oldu.
Seni en çok etkileyen tavsiyesi hangisi?

- “Hayatta anne-babanız dahil kimseyi dinlemeyin” diyor. Aslında bu tavsiye kitabın mantığına ters gibi duruyor ama değil. Bağımsız, kafası çalışan, ayakları yere basan bir birey, tüm imkânları gözden geçirmeli, ama herkesin sözüyle de hareket etmemeli. Hocanın düsturu zaten insanın potansiyelini sonuna kadar zorlaması ve imkân yaratması üzerine. Bunları bir moral, motivasyon konuşması şeklinde yapmamasını da seviyorum. Olmayacak şeyi pat diye söylüyor, zaman kaybetmenin önüne geçiyor.
  


İLBER HOCA’DAN SEYAHAT TAVSİYELERİ
 Bir şehri en iyi not tutarak hatırlarsınız. Yoksa bilgiler de hatıralar da uçup gider. Benim metodum her seyahat için bir defter tutmaktır.
Türkiye’den çıkınca ilk görülmesi gereken yer İran’dır. Bunun nedeni de çok basittir: İran’ı anlamadan Türkiye’yi anlayamazsınız.
Bir Türk, Avrupa’da en çok iki ülkede rahat eder: İtalya ve İspanya. Özellikle İspanya’nın insanı, rahatlığı ve cana yakınlığıyla bize kendimizi evde hissettirir.
Görmeden ölmemek gereken çok şehir var: Semerkand, Buhara, Kudüs, İsfahan, Kahire, Şam, Roma, Floransa, Londra...
Sırf çarşıları ve mescitleri görmek için bile İsfahan’a gidilir. Sokakları için Yezd’e gidilir. Floransa’nın, Siena’nın, Bologna’nın sokakları neyse, Yezd’inkiler de odur hatta daha da orijinaldir.
HAYATIN DÖNEMLERİ
 İlber Ortaylı: “Hayatımız temel olarak dört döneme ayrılır; iyi bir yaşam için, her dönemde tamamlamamız gereken bazı işler vardır.”
 12-25
Zihin, hafıza ve beden sağlığının en yerinde olduğu bu dönemde hem okuyup öğrenmek hem spor yapmak hem de fırsatları kollamak ve etrafı gözlemek lazım.
25-40
Aşırı alkol, sigara, kötü beslenme sizi çok yıpratır. Sonra acısını çok hissedersiniz. Bunlardan uzak durarak, hiç değilse birinden, ikisinden uzak durarak çok okumanızı, gezmenizi, yeniden öğrenmenizi, dil dahil eksiklerinizi tamamlamanızı öneriyorum.
40-55
Bu dönemde yazdıklarınız, çizdikleriniz daha başka olacak. 40’tan sonrası verimlilik açısından hakikaten nefis geçer. Keza olgunluk bakımından da öyle. Mesela bir insanı 40’ından sonra daha iyi sevebilirsiniz, hatta daha iyi bir âşık olursunuz.
55’ten sonra
En azından 70’ine kadar eserler vermeye devam etmeniz gerekir. Şüphesiz ustalığınızı kullanmalı, derinliğinizi göstermelisiniz. Ama karşınızda bir düşman bulacaksınız. Esas onunla savaşmanız gerekecek. O düşman, hafızadır.


Hangi müzeleri görmeli?
1. Arkeoloji Müzesi Kahire (üstte)
2. Hermitage Müzesi 
St. Petersburg
3. İsrail Müzesi - Kudüs



Serdar Turgut
İlber Hoca yardım et, ömrümden hiç memnun değilim

Kitabı rafta görür görmez, "Benim gibi bedbaht insanlara tam da yardımcı kitap bu olmalı" diye düşünmüştüm.
Bestseller da olması gerekiyor, çünkü İstanbul seçimi dolayısıyla mutsuz olan insan sayısı devamlı tırmanıyor. Hatta YSK birkaç karar daha verirse sadece bedbaht olmakla kalmayacağız toptan delirme ihtimalimiz yüksek.
Bir umutla aldım kitabı elime, fakat yazarını görür görmez, büyük bir hata yapmak üzere olduğumu hissetmiştim.
İlber Ortaylı’yı yıllardır tanırım, bana hiç bir zaman çok mutlu bir insan olarak gelmemişti. Hatta fazla mutlu olmanın ona yakışmayacağını bile düşünmüşümdür hep.
Zaten Almanca’yı Viyana'da yaşayanları 'sefil köylüler' veya 'aşağılık plebler' olarak nitelendirecek düzeyde konuşabilen bir insanın çok istese dahi fazla mutlu olabilmesine imkanı yoktur.
Almanca bu dünyadaki mutsuzlukların lisanıdır. Nietzsche ve Schopenhauer gibi fiozfların birer Alman dili cambazları da olmaları bu yüzdendir.
Yine bu yüzden hiç bir İkinci Dünya Savaşı filminde Nazileri Mussolini'nin askerleri oynayamaz. Çünkü İtalyanların dili neşeli olduğundan Nazizmi bile becerememişlerdir.
***
Hocanın kitabı birçok yanlışla dolu. Bunlar daha kitabın kapağından başlıyor. ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ın alt başlığında ‘Hayatta doğru seçimler için öneriler’ denilmiş.
Şimdi hocam bu hayatta kimsenin evliliği için yaptığı eş seçiminin doğru olup olmadığına nasıl başkaları karar veremezse, hayattaki diğer seçimlerin de doğru olup olmadığını kimse söyleyemez.
Sana şöyle bir örnek vereyim, ben New York’ta bir adam tanıdım. Adam tüm hayatını kendisini en güzel kırbaçlayacak kadını bulmaya adamış ve bundan da çok mutluydu.
Eğer şimdi sen o adamın doğruyu yapmadığını düşünüyorsan peki ona bunu anlatıp asıl doğruyu ona anlatmaya gönüllü olur musun? Buna evet diyorsan, ki bu kitabı yazmaya yeltenmiş bir insan olarak bunu demelisin de, o zaman ne yapacaksın yani  adama kendisinin başını okşayacak ve ona şiirler okuyacak bir kadınla daha mutlu olacağını mı anlatacaksın? ’Doğru seks', ‘Doğru erkek veya kadın' diye bir şey olmadığı gibi hayatta ‘doğru’ seçim için formül hiç yoktur.
***
Kitabın nasıl gideceğine dair ilk işareti henüz önsöz sayfasının ilk cümlesinde gördüm.
Şöyle başlıyor: "İnsanların bir kısmı maalesef doğuştan zayıf olur ve hastalıklarla boğuşur, bir kısmı ise sıhhatlidir fakat zekasını çalıştırmak imkanını bulamamıştır. Böylelerin bir kısmı mutlu olur."
Benim bu önsöz açılışı cümlesine itrazım ‘böylelerin bir kısmı mutlu olur’ kısmına.
Şunu hepimiz bilmeliyiz ki, bilmiyorsak dahi bunu hemen sokağa çıkıp gözlemleyebiliriz, zekasını çalıştırmayanların hepsi çok mutludur. Bana bir mutsuz insan gösterin hemen onun size ya çok zeki ya da çok bilgili olduğunu söyleyebilirim.
Hocaya tavsiyem bilgili ve akıllı olmanın kendisine bu memlekete mutlu olması için neler kattığını ve götürdüğünün bir hesabını çıkarsın, sonra konuşsun bu konuda.
***
Çeviriyorum sayfayı karşımda şöyle bir cümle var: "Tatsız bir çağdayız." Bu berbat, rezil çağı sadece tatsız diye tanımlamak bence hafif tanımlamaların anasıdır. Hoca daha iyi anlasın diye İngilizce de söyleyeyim. ‘Understatement of the year.’
Kitabın sunuşunu yazan arkadaş İlber Hoca'nın kendisine "Biliyor musun insan en güzel trende düşünür" dediğini aktarıyor.
Bence bu bir başka lüzumsuz genelleme olmuş.
Düşünmemiz gerektiğinde her zaman treni nerede bulacağız bulsak da nereye gideceğimiz belli değil, bulsak ve gitsek dahi bunu eşlerimize nasıl anlatacağız bu belirsiz.
Karım beni Ümraniye’de evde beklerken iki saat sonra ona telefon açıp "Ben Gebze’deyim" desem bunun nedeni olarak da "Sadece düşünmek için" diye de anlatırsam daha sonra evime döndüğümde beni kesin bir ölümün bekleyeceğini anlamıyor İlber Hoca nedense!
Ha ayrıca ben en iyi trende değil tuvalette düşünürüm. Sadece bu yüzden Karl Marx’ın Das Kapital’inin tamamını tuvalette bitirmiştim, daha sonra hızımı alamayarak Grundrisse’yi de tamamlamıştım. Hayır endişelenmeyin bütün bunları sadece tek bir oturuşta değil birbiri ardına gelmiş olan değişik oturumlarda yaptım..
Eğer güzel düşünce açısından İlber Hoca'nın önerisiyle benimkini de alacaksanız o zaman ideali yataklı trenin tuvaletinde oturarak düşünmek olmalı. En güzeline öyle varırsınız ancak.
***
İlber Hoca bir ömrün güzel yaşanması için çok okumanın gerektiğini de düşünüyor.
Bize okumamız için tavsiye ettiği 25 kitabın yedincisine geldiğinizde içinizi sadece adlarını okumaktan bile hafakanların bastığını göreceksiniz.
Listeyi burada tekrarlayıp zaten kararmış olan içlerinizi daha da karartmak istemiyorum.
Şöyle anlatmaya çalışayım meseleyi ilk yedi sırayı kazasız belasız geçerseniz ondan sonra insana biraz yaşam mutluluğu verecek, sürükleyecek bir şeyler geleceğine inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yedinci sıradan sonra Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi şeyler başlıyor. İlber Hoca galiba bu listeyi şunu düşünerek yapmış olmalı: Bu biçareler bu listedeki kitapları hatta sadece ilk yedi sıradakini okumaya kalksalar nasıl olsa ömürleri tükenecek ve gerçek hayatta mutsuz olmaya fırsatları da kalmayacak. Benim de amacım gerçekleşmiş olacak.
***
İlber Hoca bütün bu kitapları orijinal dillerinde okumamızın doğru olacağını düşünüyor gibi.
Yani hayatımızı kitap okumaya vakfetmeden önce 7 veya 8 yabancı dili iyi biçimde öğrenmemiz de gerekiyor mutlu olabilmemiz için. Bu kadar işi bitirdikten sonra ölüm bile iyi haber olarak gelebilir insana.
***
Kitapta benim hala daha çözmeyi başaramadığım gizemli bir cümle de var. Diyor ki "Fransız yazar Stendhal’ın ‘Kırmızı ve Siyah’ını Almanca okuyun tercümesi çok iyidir."
Fransızcayı biliyorsak, ki mutlu olabilmek için İlber Hoca'ya göre bilmek zorundayız, bunu bildiğimiz öteki 7 dil arasından illa da neden Almanca’dan okumak zorunda kalalım ki.
New School’da master yaparken ben de Kapital’i Almanca'dan okumaya kalkmıştım. Ve Almanca dersleri de almaya başladım. Ancak hocama aşık olduğum ve ona çıkmak teklif ettiğim için bu girişim yarım kaldı. Almanca'yı bırakmamın bir diğer nedeni de hocamın bir derste beni sınıfın önüne çıkarıp bir Almanca şarkı söyletmek istemesiydi.
Tam hatırlamıyorum da galiba şarkı ‘ich moche  eine kotelett, Ja Ja Ja’ diye gidiyordu... Kadının bu önerisini duyar duymaz dersi bıraktım ve kaçtım. Bugüne kadar Almanca'dan pek hoşlanmam. Belki de genel mutsuzluğumun nedeni Türkiye değil Almanca bilmemem bile olabilir…
***
Hocanın kitabında tek doğru tavsiyeye biraz yaklaştığı konu evlilik konusundaydı.
Ben doğrusu "Kolay kolay evlilik de tavsiye etmem" cümlesini okuyunca epey heyecanlandım "Galiba hoca da benim gibi evliliğe karşı ve bunun yapılmamasını istiyor mutlu olunması için" diye düşünmüştüm ama bu da değilmiş. Şu onla evlensin bu ona yakışır türünde tavsiyelerde bulunmazmış. İyi de yapıyor. Yazının başında zaten bunun katiyen yapılmaması gerektiğini söylemiştim. 
***
Eğer illa da alacak ve okuyacaksanız siz siz olun İlber Hoca’dan gezi tavsiyesi almayın.
Şöyle diyor hoca; "Benim için başta İsfahan gelir."
Siz bunu okuyunca "Ne yapalım insan üstün zekalı olsa da hata yapabilir" diyorsunuz ama okuyunca şöyle devam ettiğini de görüyorsunuz: "Yolu düşecekleri tatsızlıklara karşı da uyarayım. İran’da ulaşım pek rahat değildir, zahmetlidir. Zaten İran’da bir çok şehir belli bir saatten sonra kapı duvardır. Mesela Erdebil… Tamamıyla bir Türk şehridir ama geceleri in cin top oynayan yerlerden birisidir. Geçenlerde orada bir gece kaldım. İnsan ürküyor; kriminal bir meselenin varlığından değil ama herkesin evine kapanmasından kimsenin dışarı çıkmamasından ürküyorsunuz."
Durum böyleyse bunun neden tavsiye edildiği meçhul.
Sağol hocam ben almayayım. Herkesin zifiri karanlıktan Kont Drakula çıkıp gelecekmiş gibi evlerine kapandığı şehirler bana göre değil.
Gezeceğim zaman bana Paris’i verin, biraz ışıltı olsun.
***

Kapanış düşüncesi olarak İlber Ortaylı acaba Erdebil'de neden bir gece kaldı. Orada ne işi olabilir ki bir insanın….  







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder