6 Kasım 2017 Pazartesi

Adım Adım İstanbul LXVII



04 Kasım 2017 Cumartesi


Bir gün Deniz A ile Elif' D'na sataştım:

"Hep yurtdışı hep yurtdışı... Biraz da ülkenizi gezin, tanıyın. Türkiye âdeta bir açıkhava müzesi, İstanbul dünyanın kraliçesi-başşehri, ömür yetmez gezmeye görmeye."

(Sakın yanlış anlaşılmaya, tabii ki yurtdışına çıkılacak, başka kültürlerle de tanışılacak, benim itirazım şu noktada: Yurdumuzu sadece Antalya, Bodrum'dan ya da iş için gittiğimiz yerlerden ibaret sanmayalım.)

Deniz A altta kalır mı?

"Tamam, Türkiye'nin 81 şehrinden 74'ünü öyle böyle gördün, peki, İstanbul'u ne kadar gezdin ki!..."

Yeterince yanıtlayamadığımı düşünüyorum bu sorusunu.

İstanbul'da öyle yüzlerce değil, binlerce, belki de onbinlerce görülecek eser, gezilecek yer var. Zannederim 2 binin üzerinde yeri gidip gördüm.  Sadece son üç  yıl içinde gezdiğim-gördüğüm eser ve yerler için N Blog'ta yaptığım yayınların 67. bugünkü yayın, Yeterli bulmuyorum. Hızlandırmaya karar verdim. Hatta kalkıp İstanbul'u konu alan bir kitap daha ekledim olanların yanına: Haldun Hürel'in 869 sayfalık İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık.



Küçük Ayasofya Camii
Rivayete göre İmparator Anastasius’a karşı gerçekleştirilen bir komploda adı geçen Jüstinyen ve amcası Jüstin, idamdan, imparatorun rüyasına giren Aziz Sergios ve Aziz Bachios’un Anastasius’a, onların suikast ile bir ilgilerinin olmadığını söylemesi ile kurtulurlar. Amcasından sonra imparator olan Jüstinyen de, azizlere şükranının alameti olarak onların adına bir kilise yaptırır: Sergius & Bacchus Kilisesi
Marmara surlarının güney kısmına yakın, Kadırga ve Cankurtaran semtleri arasında yer alan Küçük Ayasofya, Büyük Ayasofya kadar bilinmese de ondan daha eskidir. 527 yılında yapımına başlanan kilisenin inşaatı Nika Ayaklanması (534) sırasında zarar görmüştür. 536 yılında yapımı tamamlanan kilise, İstanbul’un Roma döneminden kalma en eski ibadethanelerindendir.
9.yy’daki ikonoklazma döneminde bazı iç süslemeleri hasar görmüş ve yine aynı yüzyılda onarılmıştır. Küçük Ayasofya, gerçek zararı ise tüm Ortodoks kiliseleri gibi 1204 Latin İstilası sırasında görmüştür.
İstanbul’un Fethi’nden Fatih Sultan Mehmet Han kiliseyi camiye çevirmemiştir. Küçük Ayasofya, Sultan 2.Bayezid döneminde Darussade Ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye dönüştürülmüştür. Bu tarih kimilerine göre 1497’de kimilerine göre ise 1504’dür. Bu esnada yapıya medrese, şadırvan, minare ve müezzin mahfili eklenmiş; bazı ek pencereler açılmıştır.
1648 ve 1763 depremlerinde büyük hasarlar gören Küçük Ayasofya Camii, 1831 yılında geniş kapsamlı bir tadilattan geçmiştir. Küçük Ayasofya ayrıca 19.yy’da yakınından geçen tren yolu yüzünden de çok zarar görmüştür.
Cumhuriyet döneminde de 1936 – 1938 yılları arasında ve 1955 senesinde büyük bir restorasyondan geçen ibadethane…






























Bukoleon Sarayı kalıntıları (Sahil yolu)




Cankurtaran




Dede Efendi’nin Evi

Yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü ve sayısız eserleriyle..

Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi, Türk hânende, neyzen ve bestekâr. Babası geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için kendisine "Hammâmîzâde" denmiştir. Ancak günümüzde "Dede Efendi" diye anılır.
Doğum tarihi9 Ocak 1778, İstanbul

Restorasyonu bürokratik sorunlar yüzünden 12 yılda tamamlanan Ahırkapı'daki Hammamizade İsmail Dede Efendi'nin evi iki yıldır ziyarete açık. Ama Dede Efendi'nin müziğinin neyle yaşatıldığı evin ziyaretçisi çok az.
Hammamizade İsmail Dede Efendi, Ahırkapı'daki evinde hayatının büyük bölümünü geçirmiş. Ama ev, yalnız Türk müziğinin bu büyük bestekârına ev sahipliği yapmış olmasıyla değil, hemen yanı başında yükselen 1453 tarihli İstanbul'un ilk camisi olan Akbıyık Camii'yle komşuluğuyla da ilgi çekici bir yer olma özelliğine sahip.
Hammamizade İsmail Dede Efendi Evi, Dede'nin ölümünden sonra birçok kere el değiştirmiş, yeri gelmiş karakol olarak kullanılmış, bakımsızlıktan eskimiş ve kaderine terkedilmiş.
‘‘Bina, zamanında Akbıyık Karakolu olarak kullanılmış, çok köhneleşince çıkmışlar, zaman içinde el değiştirmiş, en son İçişleri Bakanlığı'na geçmiş, yani devlete ait. Ancak ev harabe halinde, kapısı açılmıyor. Mimar arkadaşlar yan pencerelerden içeri girdiler. İçerisi berbat halde, geceleyin berduşlar kalıyor.’’
Bugün Dede Efendi Evi herkesin ziyaretine açık. Ancak buraya 16 Mayıs 1997'den, yani açıldığı günden bu yana bakmakla sorumlu olan Ziya Boyu, evin tanıtımının yeterince yapılmadığını, bu nedenle de çok az kişi tarafından ziyaret edildiğini söylüyor. Boyu, ‘‘Burada müzik kültürümüzü geliştirmeye çalışıyoruz. Nasıl Batı'da Mozart, Beethoven varsa bizim de dede Efendimiz var’’ diyor. İnsanların buraya gelip saatlerce oturduklarını, ney dinlediklerini, rahatlayıp huzur bulduklarını anlatıyor. Hatta gelen ziyaretçilerin görüşlerini almak amacıyla açılan defterlerden buraya tedavi amacıyla gelenler olduğu anlaşılıyor. Psikolojik sorunları nedeniyle terapiste giden bir kadın ziyaretçi, buraya geldikten sonra düzeldiğini, huzur bulduğunu yazmış. Dahası doktoru da ortamın, onun psikolojisinin düzelmesine neden olan katkısını kabul etmiş.
Siz de tasavvuf müziğiyle huzur buluyorsanız, bir gün Sultanahmet'in Akbıyık semtine yolunuzu düşürün!


























Akbıyık Camii

İstanbul’un en eski camilerinde olan, ufak fakat temiz bir camidir. Cami 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış Akbıyık Muhyiddin Efendi tarafından yaptırılmıştır. 
Caminin en büyük özelliği, sur içi camileri arasında Mekke’ye yani Kabe’ye en yakın olanıdır. Dolayısıyla eski İstanbul’da namaz ezanları ilk önce bu camide okunurmuş. Çünkü yerel saate göre ilk önce bu cami namaz vaktine girermiş. Bu nedenle “Mescitlerin Önderi” anlamında camiye “İmamü’l-Mescid” veya “Evvel-i Kıble” denirdi.

Caminin bulunduğu sokağın önemli bir özelliği vardır. Bestekar Hamamizade Dede Efendi’nin 1774 yılında yapılmış olan evi hemen caminin karşısındadır.
Akbıyık Dede, Hacı bayram Veli Halifelerinden, Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinin önde gelen sufilerindendir. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in komutanlarından olup İstanbul’un fethine katılmış gazi dervişlerdendir.



                                 









Sadrazam İshak Paşa Camii;
İstanbul Suriçi Sultanahmet Ahırkapı İshakpaşa Caddesi ile Akbıyık sokağın kesiştiği yapı adasında Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II.Beyazıt dönemi Sadrazamlarından İnegöllü İshak Paşa tarafından 1482 tarihlerinde inşa ettirilmiştir. Camii ilk başta mescit olarak yaptırılmış olup 1747 yılında Tiryaki Hasan Paşa tarafından Minber koydurularak camiye çevrilmiştir. Cami ile beraber sıbyan mektebi ve hamam yaptırılmıştır. Sıbyan mektebi zamanımıza ulaşmamış olup, hamam ise depo olarak kullanılmaktadır.
Zaman içinde yangın ve depremlerden dolayı camii zarar görmüştür. Camii 1733 -1813- 1937- 1958 yıllarında önemli şekilde tamir edilmiştir. Son cemaat yeri ve çevre duvarı 1973 yılında yaptırılmıştır. 2002 yılında iç mekan ve tüm ahşap işleri yenilenmiştir. Camii tamamen moloz taşla inşa edilmiş çok sade bir yapıdır.











  
Sultanahmet Meydanı





III. Ahmet Çeşmesi

1729 yılında yapılan III. Ahmet Çeşmesi, III. Ahmet’in tahttan indirilmesine rağmen ayakta kalmıştır. Sultanın annesi için yaptırdığı çeşmenin mimarı Mehmet Ağa’dır. Türk rokoko mimarisi ile inşa edilen çeşme, beş küçük kubbelidir. Yapının çiçek rölyefleri dikkat çekicidir.
III. Ahmet Çeşmesi fıskiyeli değildir, onun yerine çeşmeleri sebil görevini görmektedir. Yapının dört köşesinde birer çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin başında 17. yüzyıl Osmanlı şairi Seyit Vehbi Efendi imzalı hat işlemeleri görülmelidir. Ayrıca yapı üzerinde Sultan III. Ahmet’in el yazısı da bulunmaktadır. Köşelerde bulunan üç pencere ve altlarındaki sebillerden yapıldığı dönemlerde su yerine şerbet ikram edildiği bilinmektedir. Önceleri deniz kenarında bulunan çeşme, meydanın düzenlenmesi ile günümüzdeki yerine taşınmıştır.





                                     

Topkapı Sarayı














Aya İrini Kilisesi
İstanbul’un hem ilk kilisesi hem ilk müzesidir! Aya İrini adı, “Kutsal Sulh” anlamına gelen Hagia Eirene (Aziz İren) isminden gelmektedir. Yaklaşık 2.500 yıllık bir tarihe sahip olan bu mabedin efsanevi tarihine ve mimari yapısına birlikte göz atalım.
Aziz İren’in Roma’ya Etkisi
İstanbul’un İlk Kilisesi ve Müzesi: Aya İrini
Aya İrini Kilisesi’ne ismini veren aslında Penelope adında genç bir kadındır. Efsaneye göre Büyük Konstantin’in, şehri başkent yaparak yeniden imar ettiği dönemde birçok Romalı gibi o da Konstantinopolis’e gelmiştir. İnançlı bir Hıristiyan olan Penelope, Roma halkını Hz İsa ile tanıştırmak için çaba harcar. Ancak bunu ret eden pagan Romalılar, Meryem Ana’yı inkâr etmesi ve Paganizm’e tabii olması için kadına çeşitli işkenceler yaparlar.
Önce yılanlarla dolu bir kuyuya atarlar fakat yılanlar gece boyunca ona ilişmezler. Ardından kadını büyücülükle suçlayarak taşlarlar. Son olarak atlara bağlayıp saatlerce sürüklerler… Penelope hiçbirisinden zarar görmeyince Romalılar ona biat ederler. Rivayete göre Hıristiyanlık ile tanışan İstanbul halkı hiç taşkınlık yapmaz ve yüzyıllardır kesik kesik de olsa süren isyanlar son bulur. Bunun neticesinde İmparator Konstantin, genç hanımı azize ilan ederek “Kutsal Barış” anlamına gelen St Hagia Eirene ismini verir ve onun onuruna Aya İrini Kilisesi’ni yaptırır.
Kiliseyi yaptırdığı yer ise son derece anlamlıdır: Pagan Jüpiter tapınağının üstüne!
Aya İrini’nin Tarihi
Yukarıdaki efsanevi geçmişe sahip olmanın yanı sıra Aya İrini, Aya Sofya’dan sonra Roma döneminden kalma en büyük mabettir. Ayrıca 588 Konsülü de burada toplanmıştır.
Aya İrini bugün Sanat Etkinliklerine Ev Sahipliği Yapmaktadır
Bugünkü Aya İrini, Konstantin döneminde yapılan kilise değildir. Yapının orijinali 532 Nika ayaklanmasında yanmış ve İmparator Jüstinyen tarafından yerine yenisi yaptırılmıştır. Aynı yüzyılda bir kez daha yansa da bu sefer yıkılmamış, onarılması yetmiştir. 738 yılındaki depremde zarar gören kilise onarılırken tüm apsisleri ve tavanı yeni fresklerle ve mozaiklerle süslenmiştir. İkonoklazma döneminde diğer tüm ibadethanelerde olduğu gibi tasvirleri kapatılmıştır.
Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi
Fatih Sultan Mehmet Han, 1453 fethinden sonra kiliseye dokunmamıştır. Bazı tarihçiler, Grek ve Roma tarihini çok iyi bilen Sultan’ın, Aziz İren’in hikâyesini de bildiğini ve saygısından ötürü burayı camiye dönüştürmediğini yazarlar. Topkapı Sarayı’nın Sur-i Sultani denilen ilk sıra surunun ardında kalan mabet, iç cephane olarak kullanıldı. Saray muhafızlarının silahlarına burada bakım ve onarım yapılırdı. 18.yy’da ise (3.Ahmet döneminde) ise Harbiye Nezareti’nin (savunma bakanlığı diyebiliriz) silah deposu olarak kullanılmaya başlandı ve yapının kuzey yönüne “Darü’l-esleha” yani silahhane yazılı bir kitabe eklendi (1726).
Zaman içerisinde depodaki silahlar eskiyip antika haline gelince, Sultan Abdülmecit’in emri ile Aya İrini, Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından silah müzesine dönüştürüldü. Osmanlı Devleti’nin bu ilk müzesi; Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) adlı iki bölüme ayrılarak ziyarete açıldı. Aya İrini Müzesi’ne, imparatorluğun diğer bölgelerinden de eski silahlar getirtildiği belirtilir.
Cumhuriyet döneminde (1939) Ayasofya Müzesi’ne bağlanan Aya İrini, 1949’a kadar askeri müze olarak kullanılmıştır. Harbiye Askeri Müzesi açıldıktan sonra bu işlevini yitirmiş ve zaman zaman bakıma alınmıştır. 1983 yılından beri ise çeşitli sanatsal etkinlikler için kullanılmaktadır.






















Alay Köşkü






Yenikapı Mevlevihanesi
Mevleviliğin Konya'dan sonraki en önemli merkezi sayılan; Şeyh Galip'in, Itri Efendi'nin, Ali Nutki Dede'nin ve Hammamizade İsmail Dede Efendi'nin yetiştiği, siyaset, düşünce ve sanat hayatında derin etkiler bırakan Yenikapı Mevlevihanesi sonunda restore edildi. 20. yüzyılda üç kez yangın geçiren, semahanesi yerle bir olan, kütüphane arşivi yok olan mevlevihane, yeniden ayağa kaldırıldı. Mevlevihaneler içerisinde en büyük ahşap kubbeye sahip olan semahanesi, klasik ahşap tekniğiyle yeniden kuruldu.
Yenikapı Mevlevihanesi, İstanbul'un bugün ki Zeytinburnu ilçesinde, Topkapı surları dışında, Merkez Efendi Caddesi ile Mevlevi Tekkesi Sokağı arasındaki parselde bulunmaktadır.
Mevlevihane 1597 yılı Recep ayında açılmış.
Malkoç Mehmet Efendi'nin bu Mevlevihane'yi kurmasını, atlatmış olduğu bir ölüm tehlikesine bağlayanlar olmuştur: Hafız Paşa'nın yanında Bağdat ve Revan seferlerine (1635) katılmış, dönüşte Yeniçerilerle aralarında anlaşmazlık çıkmış ve öldürülmek istenmiştir. Bu badireyi atlattıktan sonra dönüşte Konya Mevlana Dergâhı'nı ziyaret etmiş "İstanbul'a sağ salim gitmek nasip olursa, orada bir Mevlevi dergâhı yaptıracağım" diye dua etmiştir. İstanbul'a dönüşünde de dergâhı yaptırdığı rivayet edilir. Yenikapı Mevlevihanesi, kuruluşundan tekke ve zaviyelerin kapanışına kadar geçen 350 yıllık zaman içerisinde 20 Mevlevi Dedesi burada şeyhlik yapmıştır.
Sultan II. Mahmut 1818'de 33.474 kuruş vererek semahane, türbe, harem ve müştemilat binalarını yenilemiştir. Ayrıca bunlara hünkâr mahfili, sarnıç, türbedar odası, matbah ve taamhane eklemiştir.
Ne yazık ki Mevlevihane'nin kütüphanesi altındaki mahzende bulunan odunlar 1903 yılında tutuşarak kütüphaneyi yakmıştır. Bunun üzerine Sultan Mehmet Reşat 1910'da Mevlevihane'yi yeni baştan onartmıştır.
Türbe içerisinde 40 Mevlevi dervişinin sandukası bulunmaktadır. Bunların içerisindeki Yenikapı Mevlevihane'sinin ilk postnişini Ali Kemali Dede'nin sandukası diğerlerinden daha büyük tutulmuştur.
Dünyada 184'e yakın Mevlevihane içerisinde sadece 14'ü asitaneydi. Hüsn-ü Aşk'ın yazarı Şeyh Galip gibi büyük divan şairleri bu mevlevihane'nin dervişleri içerisinden çıkıyor. Yenikapı Mevlevihanesi'nin başına geçmiş yani postnişin olmuş bütün dedeler, Osmanlı kültüründe derin izler bırakmış divanlar kaleme almıştır. Bilindiği gibi müzik Mevlevi ruhunun en önemli gıdasıdır. Büyük bestekâr Itri Efendi, 1671'de Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Cami Ahmet Dede'nin yanında yetişmiş. Itri Efendi, Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiştir. Hamamizade İsmail Dede Efendi de Yenikapı Mevlevihanesi'nde yetişen bestekârlardandır. Asitanelerde dervişlere hayvanat ve nebatat yani zooloji ve botanik dersleri de veriliyordu. Mevleviler; insanın, tabiatın hâkimi değil sıradan bir parçası olduğuna, bir dervişin çiçekleri, hayvanları sevmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu yüzden asitaneler, dervişlerin bağ, bahçe ve bostan kurabilecekleri genişlikte arazilere kuruluyordu. Tekke arazisinde yetiştirilen sebze ve meyveler fazla geldiğindeyse görevli dervişler bunları çarşı pazarda satarak asitaneye gelir sağlıyorlardı.





























Sirkeci Garı, İstanbul'un Avrupa yakasında Eminönü’nde yer almakta ve tarihi Şark Ekspresi (Orient Express) için Sultan II.Abdülhamt döneminde Alman bir mimar tarafından 1887-1889 yılları arasında yaptırılmıştır. 






Metrobüs ve Marmaray'ı kullanınca...












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder