04 Kasım 2017 Cumartesi
Bir gün Deniz A ile Elif' D'na sataştım:
"Hep yurtdışı hep yurtdışı... Biraz da ülkenizi gezin, tanıyın. Türkiye âdeta bir açıkhava müzesi, İstanbul dünyanın kraliçesi-başşehri, ömür yetmez gezmeye görmeye."
(Sakın yanlış anlaşılmaya, tabii ki yurtdışına çıkılacak, başka kültürlerle de tanışılacak, benim itirazım şu noktada: Yurdumuzu sadece Antalya, Bodrum'dan ya da iş için gittiğimiz yerlerden ibaret sanmayalım.)
Deniz A altta kalır mı?
"Tamam, Türkiye'nin 81 şehrinden 74'ünü öyle böyle gördün, peki, İstanbul'u ne kadar gezdin ki!..."
Yeterince yanıtlayamadığımı düşünüyorum bu sorusunu.
İstanbul'da öyle yüzlerce değil, binlerce, belki de onbinlerce görülecek eser, gezilecek yer var. Zannederim 2 binin üzerinde yeri gidip gördüm. Sadece son üç yıl içinde gezdiğim-gördüğüm eser ve yerler için N Blog'ta yaptığım yayınların 67. bugünkü yayın, Yeterli bulmuyorum. Hızlandırmaya karar verdim. Hatta kalkıp İstanbul'u konu alan bir kitap daha ekledim olanların yanına: Haldun Hürel'in 869 sayfalık İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık.
Küçük Ayasofya Camii
Rivayete göre İmparator Anastasius’a
karşı gerçekleştirilen bir komploda adı geçen Jüstinyen ve amcası Jüstin,
idamdan, imparatorun rüyasına giren Aziz Sergios ve Aziz Bachios’un
Anastasius’a, onların suikast ile bir ilgilerinin olmadığını söylemesi ile
kurtulurlar. Amcasından sonra imparator olan Jüstinyen de, azizlere şükranının
alameti olarak onların adına bir kilise yaptırır: Sergius & Bacchus
Kilisesi
Marmara surlarının güney kısmına yakın,
Kadırga ve Cankurtaran semtleri arasında yer alan Küçük Ayasofya, Büyük
Ayasofya kadar bilinmese de ondan daha eskidir. 527 yılında yapımına başlanan
kilisenin inşaatı Nika Ayaklanması (534) sırasında zarar görmüştür. 536 yılında
yapımı tamamlanan kilise, İstanbul’un Roma döneminden kalma en eski
ibadethanelerindendir.
9.yy’daki ikonoklazma döneminde bazı iç
süslemeleri hasar görmüş ve yine aynı yüzyılda onarılmıştır. Küçük Ayasofya,
gerçek zararı ise tüm Ortodoks kiliseleri gibi 1204 Latin İstilası sırasında görmüştür.
İstanbul’un Fethi’nden Fatih Sultan
Mehmet Han kiliseyi camiye çevirmemiştir. Küçük Ayasofya, Sultan 2.Bayezid
döneminde Darussade Ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye dönüştürülmüştür.
Bu tarih kimilerine göre 1497’de kimilerine göre ise 1504’dür. Bu esnada yapıya
medrese, şadırvan, minare ve müezzin mahfili eklenmiş; bazı ek pencereler
açılmıştır.
1648 ve 1763 depremlerinde büyük
hasarlar gören Küçük Ayasofya Camii, 1831 yılında geniş kapsamlı bir tadilattan
geçmiştir. Küçük Ayasofya ayrıca 19.yy’da yakınından geçen tren yolu yüzünden
de çok zarar görmüştür.
Cumhuriyet döneminde de 1936 – 1938
yılları arasında ve 1955 senesinde büyük bir restorasyondan geçen ibadethane…
Yine bir gülnihâl aldı bu gönlümü ve sayısız eserleriyle..
Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi, Türk hânende, neyzen
ve bestekâr. Babası geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için kendisine
"Hammâmîzâde" denmiştir. Ancak günümüzde "Dede Efendi" diye
anılır.
Restorasyonu bürokratik sorunlar
yüzünden 12 yılda tamamlanan Ahırkapı'daki Hammamizade İsmail Dede Efendi'nin
evi iki yıldır ziyarete açık. Ama Dede Efendi'nin müziğinin neyle yaşatıldığı
evin ziyaretçisi çok az.
Hammamizade İsmail Dede Efendi,
Ahırkapı'daki evinde hayatının büyük bölümünü geçirmiş. Ama ev, yalnız Türk
müziğinin bu büyük bestekârına ev sahipliği yapmış olmasıyla değil, hemen yanı
başında yükselen 1453 tarihli İstanbul'un ilk camisi olan Akbıyık Camii'yle komşuluğuyla
da ilgi çekici bir yer olma özelliğine sahip.
Hammamizade İsmail Dede Efendi Evi,
Dede'nin ölümünden sonra birçok kere el değiştirmiş, yeri gelmiş karakol olarak
kullanılmış, bakımsızlıktan eskimiş ve kaderine terkedilmiş.
‘‘Bina, zamanında Akbıyık Karakolu
olarak kullanılmış, çok köhneleşince çıkmışlar, zaman içinde el değiştirmiş, en
son İçişleri Bakanlığı'na geçmiş, yani devlete ait. Ancak ev harabe halinde,
kapısı açılmıyor. Mimar arkadaşlar yan pencerelerden içeri girdiler. İçerisi
berbat halde, geceleyin berduşlar kalıyor.’’
Bugün Dede Efendi Evi herkesin
ziyaretine açık. Ancak buraya 16 Mayıs 1997'den, yani açıldığı günden bu yana
bakmakla sorumlu olan Ziya Boyu, evin tanıtımının yeterince yapılmadığını, bu
nedenle de çok az kişi tarafından ziyaret edildiğini söylüyor. Boyu, ‘‘Burada
müzik kültürümüzü geliştirmeye çalışıyoruz. Nasıl Batı'da Mozart, Beethoven
varsa bizim de dede Efendimiz var’’ diyor. İnsanların buraya gelip saatlerce
oturduklarını, ney dinlediklerini, rahatlayıp huzur bulduklarını anlatıyor.
Hatta gelen ziyaretçilerin görüşlerini almak amacıyla açılan defterlerden
buraya tedavi amacıyla gelenler olduğu anlaşılıyor. Psikolojik sorunları
nedeniyle terapiste giden bir kadın ziyaretçi, buraya geldikten sonra
düzeldiğini, huzur bulduğunu yazmış. Dahası doktoru da ortamın, onun
psikolojisinin düzelmesine neden olan katkısını kabul etmiş.
Siz de tasavvuf müziğiyle huzur buluyorsanız,
bir gün Sultanahmet'in Akbıyık semtine yolunuzu düşürün!
İstanbul’un en eski
camilerinde olan, ufak fakat temiz bir camidir. Cami 1464 yılında Fatih Sultan
Mehmet döneminde yaşamış Akbıyık Muhyiddin Efendi tarafından
yaptırılmıştır.
Caminin en büyük
özelliği, sur içi camileri arasında Mekke’ye yani Kabe’ye en yakın olanıdır.
Dolayısıyla eski İstanbul’da namaz ezanları ilk önce bu camide okunurmuş. Çünkü
yerel saate göre ilk önce bu cami namaz vaktine girermiş. Bu nedenle “Mescitlerin Önderi”
anlamında camiye “İmamü’l-Mescid” veya “Evvel-i Kıble”
denirdi.
Caminin bulunduğu
sokağın önemli bir özelliği vardır. Bestekar Hamamizade Dede Efendi’nin 1774
yılında yapılmış olan evi hemen caminin karşısındadır.
Akbıyık Dede, Hacı bayram Veli
Halifelerinden, Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinin önde gelen
sufilerindendir. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in komutanlarından olup
İstanbul’un fethine katılmış gazi dervişlerdendir.
İstanbul Suriçi Sultanahmet Ahırkapı İshakpaşa Caddesi ile Akbıyık sokağın kesiştiği yapı adasında Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II.Beyazıt dönemi Sadrazamlarından İnegöllü İshak Paşa tarafından 1482 tarihlerinde inşa ettirilmiştir. Camii ilk başta mescit olarak yaptırılmış olup 1747 yılında Tiryaki Hasan Paşa tarafından Minber koydurularak camiye çevrilmiştir. Cami ile beraber sıbyan mektebi ve hamam yaptırılmıştır. Sıbyan mektebi zamanımıza ulaşmamış olup, hamam ise depo olarak kullanılmaktadır.
Zaman içinde yangın ve depremlerden dolayı camii zarar görmüştür. Camii 1733 -1813- 1937- 1958 yıllarında önemli şekilde tamir edilmiştir. Son cemaat yeri ve çevre duvarı 1973 yılında yaptırılmıştır. 2002 yılında iç mekan ve tüm ahşap işleri yenilenmiştir. Camii tamamen moloz taşla inşa edilmiş çok sade bir yapıdır.
1729 yılında yapılan III. Ahmet
Çeşmesi, III. Ahmet’in tahttan indirilmesine rağmen ayakta
kalmıştır. Sultanın annesi için yaptırdığı çeşmenin mimarı Mehmet Ağa’dır. Türk
rokoko mimarisi ile inşa edilen çeşme, beş küçük kubbelidir. Yapının çiçek
rölyefleri dikkat çekicidir.
III. Ahmet Çeşmesi fıskiyeli değildir, onun yerine
çeşmeleri sebil görevini görmektedir. Yapının dört köşesinde birer çeşme
bulunmaktadır. Bu çeşmelerin başında 17. yüzyıl Osmanlı şairi Seyit Vehbi
Efendi imzalı hat işlemeleri görülmelidir. Ayrıca yapı üzerinde Sultan III. Ahmet’in
el yazısı da bulunmaktadır. Köşelerde bulunan üç pencere ve altlarındaki
sebillerden yapıldığı dönemlerde su yerine şerbet ikram edildiği bilinmektedir.
Önceleri deniz kenarında bulunan çeşme, meydanın düzenlenmesi ile
günümüzdeki yerine taşınmıştır.
İstanbul’un hem ilk kilisesi hem ilk
müzesidir! Aya
İrini adı, “Kutsal Sulh” anlamına gelen Hagia Eirene (Aziz İren) isminden
gelmektedir. Yaklaşık 2.500 yıllık bir tarihe sahip olan bu mabedin efsanevi
tarihine ve mimari yapısına birlikte göz atalım.
Aziz İren’in Roma’ya Etkisi
İstanbul’un İlk Kilisesi ve Müzesi: Aya
İrini
Aya İrini Kilisesi’ne ismini veren
aslında Penelope adında genç bir kadındır. Efsaneye göre Büyük Konstantin’in, şehri başkent yaparak yeniden imar
ettiği dönemde birçok Romalı gibi o da Konstantinopolis’e gelmiştir. İnançlı
bir Hıristiyan olan Penelope, Roma halkını Hz İsa ile tanıştırmak için çaba
harcar. Ancak bunu ret eden pagan Romalılar, Meryem Ana’yı inkâr etmesi ve
Paganizm’e tabii olması için kadına çeşitli işkenceler yaparlar.
Önce yılanlarla dolu bir kuyuya atarlar
fakat yılanlar gece boyunca ona ilişmezler. Ardından kadını büyücülükle
suçlayarak taşlarlar. Son olarak atlara bağlayıp saatlerce sürüklerler…
Penelope hiçbirisinden zarar görmeyince Romalılar ona biat ederler. Rivayete
göre Hıristiyanlık ile tanışan İstanbul halkı hiç taşkınlık yapmaz ve
yüzyıllardır kesik kesik de olsa süren isyanlar son bulur. Bunun
neticesinde İmparator Konstantin, genç hanımı azize ilan ederek “Kutsal
Barış” anlamına gelen St Hagia Eirene ismini verir ve onun onuruna Aya İrini
Kilisesi’ni yaptırır.
Kiliseyi yaptırdığı yer ise son derece
anlamlıdır: Pagan Jüpiter tapınağının üstüne!
Aya
İrini’nin Tarihi
Yukarıdaki efsanevi geçmişe sahip
olmanın yanı sıra Aya İrini, Aya Sofya’dan sonra Roma döneminden kalma
en büyük mabettir. Ayrıca 588 Konsülü de burada toplanmıştır.
Aya İrini bugün Sanat Etkinliklerine Ev
Sahipliği Yapmaktadır
Bugünkü Aya İrini, Konstantin döneminde yapılan kilise değildir. Yapının orijinali 532 Nika
ayaklanmasında yanmış ve İmparator Jüstinyen tarafından yerine yenisi
yaptırılmıştır. Aynı yüzyılda bir kez daha yansa da bu sefer yıkılmamış,
onarılması yetmiştir. 738 yılındaki depremde zarar gören kilise onarılırken tüm
apsisleri ve tavanı yeni fresklerle ve mozaiklerle süslenmiştir. İkonoklazma döneminde
diğer tüm ibadethanelerde olduğu gibi tasvirleri kapatılmıştır.
Osmanlı
ve Cumhuriyet Dönemi
Fatih Sultan Mehmet Han, 1453 fethinden
sonra kiliseye dokunmamıştır. Bazı tarihçiler, Grek ve Roma tarihini çok iyi
bilen Sultan’ın, Aziz İren’in hikâyesini de bildiğini ve saygısından ötürü
burayı camiye dönüştürmediğini yazarlar. Topkapı Sarayı’nın Sur-i
Sultani denilen ilk sıra surunun ardında kalan mabet, iç cephane olarak
kullanıldı. Saray muhafızlarının silahlarına burada bakım ve onarım
yapılırdı. 18.yy’da ise (3.Ahmet döneminde) ise Harbiye Nezareti’nin (savunma
bakanlığı diyebiliriz) silah deposu olarak kullanılmaya başlandı ve yapının
kuzey yönüne “Darü’l-esleha” yani silahhane yazılı bir kitabe eklendi (1726).
Zaman içerisinde depodaki silahlar eskiyip
antika haline gelince, Sultan Abdülmecit’in emri ile Aya İrini, Tophane
Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından silah müzesine dönüştürüldü. Osmanlı
Devleti’nin bu ilk müzesi; Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu)
ve Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) adlı iki bölüme ayrılarak
ziyarete açıldı. Aya İrini Müzesi’ne, imparatorluğun diğer bölgelerinden de
eski silahlar getirtildiği belirtilir.
Cumhuriyet döneminde (1939) Ayasofya Müzesi’ne
bağlanan Aya İrini, 1949’a kadar askeri müze olarak kullanılmıştır. Harbiye
Askeri Müzesi açıldıktan sonra bu işlevini yitirmiş ve zaman zaman bakıma
alınmıştır. 1983 yılından beri ise çeşitli sanatsal etkinlikler için
kullanılmaktadır.
Alay Köşkü
Mevleviliğin
Konya'dan sonraki en önemli merkezi sayılan; Şeyh Galip'in, Itri Efendi'nin,
Ali Nutki Dede'nin ve Hammamizade İsmail Dede Efendi'nin yetiştiği, siyaset,
düşünce ve sanat hayatında derin etkiler bırakan Yenikapı Mevlevihanesi sonunda
restore edildi. 20. yüzyılda üç kez yangın geçiren, semahanesi yerle bir olan,
kütüphane arşivi yok olan mevlevihane, yeniden ayağa kaldırıldı. Mevlevihaneler
içerisinde en büyük ahşap kubbeye sahip olan semahanesi, klasik ahşap
tekniğiyle yeniden kuruldu.
Yenikapı
Mevlevihanesi, İstanbul'un bugün ki Zeytinburnu ilçesinde, Topkapı surları
dışında, Merkez Efendi Caddesi ile Mevlevi Tekkesi Sokağı arasındaki parselde
bulunmaktadır.
Mevlevihane
1597 yılı Recep ayında açılmış.
Malkoç
Mehmet Efendi'nin bu Mevlevihane'yi kurmasını, atlatmış olduğu bir ölüm
tehlikesine bağlayanlar olmuştur: Hafız Paşa'nın yanında Bağdat ve Revan
seferlerine (1635) katılmış, dönüşte Yeniçerilerle aralarında anlaşmazlık
çıkmış ve öldürülmek istenmiştir. Bu badireyi atlattıktan sonra dönüşte Konya
Mevlana Dergâhı'nı ziyaret etmiş "İstanbul'a sağ salim gitmek nasip
olursa, orada bir Mevlevi dergâhı yaptıracağım" diye dua etmiştir.
İstanbul'a dönüşünde de dergâhı yaptırdığı rivayet edilir. Yenikapı
Mevlevihanesi, kuruluşundan tekke ve zaviyelerin kapanışına kadar geçen 350
yıllık zaman içerisinde 20 Mevlevi Dedesi burada şeyhlik yapmıştır.
Sultan
II. Mahmut 1818'de 33.474 kuruş vererek semahane, türbe, harem ve müştemilat
binalarını yenilemiştir. Ayrıca bunlara hünkâr mahfili, sarnıç, türbedar odası,
matbah ve taamhane eklemiştir.
Ne
yazık ki Mevlevihane'nin kütüphanesi altındaki mahzende bulunan odunlar 1903
yılında tutuşarak kütüphaneyi yakmıştır. Bunun üzerine Sultan Mehmet Reşat
1910'da Mevlevihane'yi yeni baştan onartmıştır.
Türbe
içerisinde 40 Mevlevi dervişinin sandukası bulunmaktadır. Bunların içerisindeki
Yenikapı Mevlevihane'sinin ilk postnişini Ali Kemali Dede'nin sandukası
diğerlerinden daha büyük tutulmuştur.
Dünyada
184'e yakın Mevlevihane içerisinde sadece 14'ü asitaneydi. Hüsn-ü Aşk'ın yazarı
Şeyh Galip gibi büyük divan şairleri bu mevlevihane'nin dervişleri içerisinden
çıkıyor. Yenikapı Mevlevihanesi'nin başına geçmiş yani postnişin olmuş bütün
dedeler, Osmanlı kültüründe derin izler bırakmış divanlar kaleme almıştır.
Bilindiği gibi müzik Mevlevi ruhunun en önemli gıdasıdır. Büyük bestekâr Itri
Efendi, 1671'de Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi Cami Ahmet Dede'nin
yanında yetişmiş. Itri Efendi, Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere bir ayin ile
bir naat bestelemiştir. Hamamizade İsmail Dede Efendi de Yenikapı
Mevlevihanesi'nde yetişen bestekârlardandır. Asitanelerde dervişlere hayvanat
ve nebatat yani zooloji ve botanik dersleri de veriliyordu. Mevleviler;
insanın, tabiatın hâkimi değil sıradan bir parçası olduğuna, bir dervişin
çiçekleri, hayvanları sevmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu yüzden asitaneler,
dervişlerin bağ, bahçe ve bostan kurabilecekleri genişlikte arazilere
kuruluyordu. Tekke arazisinde yetiştirilen sebze ve meyveler fazla
geldiğindeyse görevli dervişler bunları çarşı pazarda satarak asitaneye gelir
sağlıyorlardı.
Sirkeci
Garı, İstanbul'un
Avrupa yakasında Eminönü’nde yer almakta ve tarihi Şark Ekspresi (Orient
Express) için Sultan II.Abdülhamt döneminde Alman bir mimar tarafından
1887-1889 yılları arasında yaptırılmıştır.
Metrobüs ve Marmaray'ı kullanınca...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder