23 Ağustos 2019 Cuma

Sevgilim İstanbul: Fatih ve Beşiktaş








N: Sevgilim İstanbul
İki semt:
-Nice sevgilinin doğumuna tanık olan: Fatih
-Gidip gelerek yol ettiğim: Beşiktaş, Beşiktaş Evlendirme Dairesi (23.08.1973) 
-Üç sokak:
-Kıztaşı Caddesi
-Vatandaş Sokak
-Şahuban Cami Sokak
-Şehit Nuri Sokak








Bu günümü tam 40 yıldır yaşadığım Beşiktaş'ıma ayırdım..
1980'den buna yana Beşiktaş'ta yaşadım.. Ve de ne mutlu günler, aylar, yıllar yaşadım..
Muhteşem dostlar edindim..
Birisi de tanıdığım dost olduğum ilk Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay'la el ele vererek, beni nerdeyse fahri Ortaköylü yapan o muhteşem meydanı ilçeye değil, ülke kültürüne ve turizmine kazandıran Kent Mimarı Erhan İşözen'di.
Gerçek Beşiktaş çocuğu Erhan da, bu muhteşem ilçeye, son yıllarda siyasetin ettiklerinden mutsuz.. O da bir mail yolladı bana, içini döken..
Bugün sözü ona bırakıyorum..
Beşiktaş'ın "B"sini bilmeyen birini Beşiktaş adayı yapan Kemal Kılıçdaroğlu Beyefendi, zahmet olup okur, okur da ne yaptığını anlar mı acaba?.
Anlamaz. Çünkü bence ortada bir danışıklı döğüş var.
Bana, geçen seçimde olduğu gibi, bu defa da Beşiktaş Başkan adayını Mustafa Sarıgül tayin etti gibi geliyor..
Şaşırdınız mı?. Şaşmayın..
DSP'den aday olurken "Kılıçdaroğlu ile aram çok iyi.. Onu etrafı yanılttı" diyen Sarıgül, Şişli'yi kazanacağından emin.. Ben de kazanırsa, CHP'ye geçip, Kılıçdaroğlu'nun bir numaralı adamı olacağına eminim.
Bu seçimde öyle şeyler dönüyor ki, baş olmak (Sarıgül) , başta kalmak (Kılıçdaroğlu) uğruna..
Neyse.. Sarıgül hayranları, başta tüm yazarlarıyla Demirören gurubu, Meclis'te yeni yemin edebilen Deniz Baykal'ı deviren ve Kılıçdaroğlu'nun yolunu açan kasetlerden başlayarak bir düşünmeye başlasınlar hele..
(Komplo teorisi diye saldıranlar çıkar..
Bir komployu önleyecekse, komplo teorisyeni olmaya da razıyım.) Ben Beşiktaşımı anlatan bir Beşiktaş mimarı Erhan İşözen'e bırakıyorum, sözü..
***
Semtin efsane isimleri yan yana sıralanınca, şiirsel, her şeyi anlatan, edebi bir başlık oldu. Beşiktaş'ın, siyahla beyazın yüreklere sevgi dolduran bu üç ismi; Şeref Bey, Baba Hakkı ve yakın dönemlerin büyük başkanı Süleyman Seba.
Bir de eski Belediye Başkanı Ayfer Atay'a selam vermeden geçmek olmaz bu semtten.
Bu isimler, siyah beyaz semtin unutulmazlarıdır.
Beşiktaş'ta unutulmaz olmak, bu coşkulu semtin yüreğine yazılmak, büyük bir aşkla ve hizmetle olur. Bu semtin sokaklarını, meydanlarını dolduran coşkulu halkı da unutmaz yapılanlar; her daim hatırlar.
Siyasetçilerin gündeminde mimarlık ve şehircilik politikalarının nasıl geliştirileceği hiç yer almaz. Nerede yaşıyoruz, nasıl bir sokaktan geçiyoruz, nasıl yaşıyoruz pek düşünülmez. Tersine; nasıl para kazanılacağı, lüks bir yaşamın nasıl elde edileceği, hangi markaların giyileceği ve tabii nerelerin ranta dönüştürüleceği hesapları yapılır daima.
Yaşadığımız evin içine çok değer veririz de, paylaştığımız kamusal mekanlara, evimizin dış cephesine, bahçesine çok önem vermeyiz. Ben öğrenciliğimi, gençlik yıllarımı Valideçeşme'de geçirdim.
Mimarlık öğrencisi olduğum yıllarda, çevreye ilgim hemen yanında oturduğum Valideçeşme ve Validenin namazgahının tarihini öğrenmekle başladı.
Mimarlığın temel eğitim süresinde yaşadığım semti tanımak, hocalarımın bana öğrettiği temel kuralların başında geliyordu.
Küçük, büyük dünya şehirlerinin sokak ve caddelerinde gezinirken kent mobilyalarını, sokaklara döşenen kaldırım taşlarını, sokakların nasıl aydınlatıldığını yorulmadan izlerdim. Slaytlar, fotoğraflar çekerdim, bir gün bunları bizim ülkemizde de görmek ister, yapılmasını arzulardım. Sonra kısmet oldu yaptım da. Beşiktaş Çarşısı'nı, Ortaköy Meydanı'nı, Nişantaşı'nı, Vişnezade Şairler Sofası'nı, Afife Jale Tiyatrosu'nu ve daha birçok projeyi İstanbul'a kazandırdım. Mesleğimin gerektirdiği toplumsal sorumluluğu hep taşıdım.
Türkiye'nin şehirlerini, kasabalarını dolaşıp incelediğimde farklı malzeme ve renklerle, farklı sosyal yaşam özellikleri ve yaşam biçimleriyle, yerel kültürlerle karşılaştım. Tüm bunların mimarlık adına bize çok şeyler öğrettiğini gördüm. Aradan yıllar geçince farklılığı yaratan öznelerin değiştiğini, bütün şehir ve kasabaların birbirine benzediğini görmek, mimarlık adına beni hep üzdü, büyük tepkiler uyandırdı.
Eğer Barbaros Anıtı'nın önünde bir fotoğraf çektirmezseniz, eski semtlerinden birinde değilseniz Beşiktaş'ın, burası Beşiktaş mı, Sefaköy-Halkalı mı veya Anadolu'nun bir şehri mi anlayamazsınız. Oysa Beşiktaş tarihi semtleriyle, saraylarıyla, kendine özgü yaşam tarzı ve alışkanlıklarıyla bütününde büyük farkındalık yaratır.
Beşiktaş'ın mahallelerini, sokak ve caddelerinin her köşesini görmüşümdür.
Beşiktaş, son 15 yıldır yeni yapılaşmaların getirdiği sorunlarla boğuşuyor. İstanbul'un en yeşil ilçesiyken, bu alanları kaybetme tehdidiyle karşı karşıya. Ulaşımdaki kargaşa, otopark yetersizliği, yeşil alanların tahribi ve daha pek çok sorun, bu güzel ilçeyi giderek bir kentsel çöküntü alanına dönüştürüyor. İstanbul içinde hak ettiği yerden giderek uzaklaşıyor.
Öylesine hatıralarım var ki Beşiktaş'ta; üniversitelerini, sinemalarını, camilerini, kiliselerini, ayazmalarını, ahşap cumbalı evlerini, korularını, çeşmelerini;
Arnavutköy, Ortaköy, Bebek'teki sevdalarımı hiç unutmam.
Kentsel tasarım projelerinde, çevre üzerine yaptığım çalışmalarda mutlaka yörenin insanlarıyla konuşur, mekanın kalitesini onlara nasıl yaşam sevinci katılacağını düşünür, onların sorunlarına çözüm bulmaya çalışırım. Mimarlıkta var olmak, çevreye ve toplum değerlerine karşı sorumluluk taşımak hiç de kolay değildir. Toplumun yaşam alanlarına katkıda bulunmak zordur ama bir mimar için Beşiktaş'taki ilgi alanı çok zengindir.
Ahmet Haşim bir şiirinde "kuşların ve insanların geldiği yerler hayat bulur" diyor. Ben Beşiktaş hayat bulsun, kimliğini ve kültürel çeşitliliğini korusun diye çevre ve kültürel değerleri öne çıkarmak, ilçenin en çok kullanılan kamusal alanlarını yeniden düzenlemek, heykellerle donatmak için çok emek verdim.
Beşiktaş, geleneksel komşuluk ilişkilerinin hâlâ devam ettiği, bakkalıyla, manavıyla, kahvehanesiyle, lokantasıyla, herkesin birbirini tanıdığı, herkesin birbiriyle akraba olduğu semtlerimizdendir.
Kentler yaşayan bir organizma gibidir.
Cinsi, türü, kimliği devam eder ama hücrelerin yenilenmesi gerekir. Eğer yenilemezseniz organizma ölür.
Ama doğru şeyleri yaparsanız o mahallede, o sokakta yaşayan insanların yaşadıkları yerle bağlarını koparmayan, sahiplenme ve aidiyet duygusunu pekiştiren projeler yaparsanız. Beşiktaş gibi payitahtın sarayları olan bir dünya kentine sahipseniz çok önemli yaratıcı projelere ihtiyaç vardır.
Beşiktaş çok özeldir; herkes aklına geleni yapamaz, yapmamalı. Beşiktaş bir dünya kentidir. Ulusal ölçekte bile karar vermeniz yeterli olmayabilir. Çünkü sanayiyi bulabilirsiniz, çok para kazanabilirsiniz ama bir Arnavutköy'ü, bir Ortaköy'ü ya da bir Dolmabahçe'yi kaybederseniz bir daha bulamazsınız ve yerine koyamazsınız.
Artık tüm dünya şunu kabullenmiş durumda; kazanan ve kazandıran tek bir şey var, doğamız, tarihimiz ve kültürümüz.
Sokaklarını kıskanacak denli severim Beşiktaş'ın. Çırağan'a gelmeden kendini gizleyen, sizi sümbüllerle karşılayan merdivenli çok özel bir sokağa girersiniz.
Adı Peri Çıkmazı'dır. Eski dostlarım orada otururdu. Balıkçı Niko, Madam Katina; uzun uzun anlatırlardı Beşiktaş anılarını, hepsini tanıdım. Burada oturanlar Beşiktaş'ın son kalan ilk sahipleriydi.
Beşiktaş deyince insanın aklına bir de martı gelir. "Yarısı kuş yarısı balık" böyle diyor İstanbul için Bedri Rahmi.
Yahya Efendi, Mimar Balyan ailesi, Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, 
Özdemir Asaf, Neyzen Tevfik, Nehar Tüblek, Attila İlhan. Hepsi Beşiktaş'ta büyük anıları olan unutulmazlardır.
Beşiktaş 19. yüzyıldan beri bir kültür semtidir. Ortaköy ve Beşiktaş'ta oturan aydınlar 1815 yılında Beşiktaş Cemiyet-i İlmiye'sini kurmuşlardır.
Tarih, din, felsefe, Pozitif Bilimler, edebiyat, şiir konuşulan düşünce kuruluşunun ilkidir bu okul. Yetiştirdiği öğrenciler, hür ileri düşünceli kişilerdir. Beşiktaş'ın aydın duruşu buralardan gelir.
Çarşı'nın başkaldıran ruhu ise 1. Dünya Savaşı'nın işgal yıllarına dayanır. 1. Dünya Savaşı'nın üstünden tam yüz yıl geçti. (1914-1918) Mütareke yıllarının İstanbul'u işgal acısıyla yandığı dönemde Beşiktaş halkı Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketinde de yer almıştır. Denizcilerini seferber etmiş, Maçka silahhanesinden, Yıldız muharebe deposundan Anadolu'ya mühimmat göndermiş, destek vermiştir.
Bu karanlık işgal dönemi zaferle son bulmuştur.
Beşiktaş'ın her yerine özenle dokunun.
Beşiktaşlı tarihi ve doğayı tahrip edene karşıdır. Zaman zaman Çarşı kendine de karşıdır. Yaşamdan, dünyadaki olaylardan, ülke sorunlarından kendilerini soyutlamazlar. Mimarlık büromun penceresinden seslerini duyarım sık sık. Bazen sloganlarını kendilerine yöneltirler: "Çarşı Kendine Karşı." Üç beş ağaç demez, o dar sokaklarda on binlere ulaşırlar birden.
İşte böyledir Beşiktaş.
Unutmayın.
Beşiktaş'ın Şeref'ini Hakkı'yla veren Süleyman olur. Vermeyen ise berhudar..






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder