Kitabın adı: Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
Yazarı: İlber Ortaylı
Yayınevi: kronik
Basım yılı ve sayısı: 2019, 1.basım
Sayfa adedi: 288
Daha anlamlı yaşamak için İlber Ortaylı’dan tavsiyeler…
“Cesur olun. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışında pencereler
açın. Farklı dünyalarla ancak böyle tanışırsınız. Ben hep yerimde dursaydım,
dünyamı değiştirecek insanları aramasaydım, bugün tanıdığınız ben olmazdım. Bir insanın bittiği an, miskinliğe esir olduğu andır. İnsan,
konforundan vazgeçmeyi göze almalıdır. Kendi
dünyasını yerinden kendisi oynatmalıdır.”
- İlber Ortaylı -
İlber Ortaylı, yediden yetmişe herkesin faydalanacağı, bilge
şahsiyetinden ve yaşam tecrübesinden süzülen tavsiyelerden oluşan bir eserle
karşımızda. İlber Hoca bu kitapta, bir insanın, çocukluktan itibaren hayatın
hemen her alanında ihtiyaç duyacağı çözümleri nasıl bulabileceğini örnekler
vererek anlatıyor. “Herkes kendi talihinin
mimarıdır” sözünü hatırlatarak, kendi yolunu çizmenin ne anlama
geldiğini tüm kritik noktalarıyla yorumluyor.
Bir ömrü hakkıyla yaşayabilmek ve yaşanan her andan tat
alabilmek için önce ne lazımdır?
İnsan hayatı kaç dönemden oluşur ve her bir dönemde neleri
tecrübe etmek gerekir? 15, 25, 40 ve 55 yaşları neden birer eşiktir?
İnsan kimden, ne öğrenebilir? Kendi kendini yetiştirmek nasıl
mümkün olur?
Kişi mesleğini neye göre seçmelidir?
Bir işin uzmanı olmak ve o uzmanlık bilgisiyle çalışmak için
nelere ihtiyaç vardır?
Bir dil, en iyi nasıl ve ne zaman öğrenilir?
En verimli sonucu alabilmek için nasıl çalışmak gerekir?
Sorumluluk sahibi bir insan, kendisi veya çocukları için
nasıl bir eğitim modeli aramalıdır?
Hayata değer katmak için ne tür insanları arayıp bulmak
gerekir?
Doğru kararları alabilmek için en çok kimleri dinlemek
gerekir?
En iyi nasıl seyahat edilir; bir şehir nasıl dolaşılır? Hangi
müze, hangi meydan, hangi sokakları görmek için dünyanın bir ucuna kadar
gidilebilir?
İyi film, güzel müzik, doğru kitap nedir? Hangi temel
eserleri dinlemeli, okumalı ve seyretmeliyiz?
İnsan yaşadığı şehirden tam manasıyla nasıl yararlanabilir?
“Bir Ömür Nasıl Yaşanır?”, ülkemizin medarıiftiharı olmuş bir
tarihçinin gözünden, insanın hayattaki anlam arayışına, bu arayışın tadını
nasıl çıkaracağına ve süreç boyunca karşılaşacağı zorluklarla nasıl baş etmesi
gerektiğine dair çok özel bir kılavuz…
Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır, monotonluktan uzaklaşın, yüzünüz ifadesiz
kalmasın
En son kimden, ne tavsiye aldınız?
Hayatınızın istikametiyle, kişisel gelişiminizle ilgili birilerinin fikrini
sorar mısınız? Herkesin bir şeyler önermesi, her kafadan bir ses çıkması
yıldırdı mı yoksa sizi? Bu dertlere derman olacak bir kitap çıktı bu hafta.
Gazeteci arkadaşımız Yenal Bilgici, Hürriyet yazarı, tarihçi Prof. İlber
Ortaylı’yla meslek seçiminden seyahat tercihine, neleri okumak gerektiğinden
hangi yaşı, nasıl tecrübe edeceğimize, hayatta doğru seçimler yapmanın
yollarını konuştu. Ortaya, ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ çıktı. Ortaylı ve
Bilgici’yle bir araya geldik.
Bu defa
bir tarih kitabı değil, insanların hayatlarını en iyi nasıl
değerlendirebileceğini konu alan bir kitap hazırlamışsınız. Nereden çıktı bu
fikir?
- Gençler sürekli konferanslar vereyim,
anekdotlar anlatayım, önemli kararlar arifesinde onlara tavsiyelerde bulunayım
istiyor. Eh, kapı kapı gezecek değilim (gülüyor). İşte Yenal’la oturduk bu
kitabı hazırladık. Ama sadece gençler için değil, herkese yönelik bir şeyler
söylemeye gayret ettik. Öğrenmek, olan bitene dikkat etmek ve yöntemli yaşamak
gerekir.
Kitapta
diyorsunuz ki, “Tatsız bir çağdayız. Dünyamızın kısa zamanda büyük fizikî
problemlerle karşılaşacağı söyleniyor. Felaketi önlemek için her zamankinden
daha sorumlu, daha mütevazı, daha ölçülü davranmak zorundayız”. Hepimizi göreve
çağırıyorsunuz, “Kendinize çekidüzen verin” diyorsunuz sanki...
- Evet. Bizim gençliğimizde
kapitalistlerin ideolojisi vardı, komünistlerin ideolojisi vardı. Bunların
ikisi birlikte dünyayı kirletti. Halbuki mühim olan insanların sağlığı ve bu
dünya üzerinde güzel yaşamalarıdır. Ömür çok kısa. Yaşamımızı renklendirmemiz
ve yararlı hale getirmemiz lazım. Saçmalıklarla kaybedecek vaktimiz yok. Boş
değil, hoş yaşamamız lazım.
Parasına
bakarak işe karar verilmez
Hayatımızın,
geleceğimizin ne kadar bizim elimizde?
- Her şeye rağmen elimizde. Eskiden
solcuların bir lafı vardı: “Biz halkız” derlerdi. Onun gibi söyleyecek olursak,
“Biz insanlarız!” Kendi çizgini çizdiğin zaman kimse sana istemediğin bir şeyi
yaptıramaz.
"Halay
bilmeyen köylü de dans bilmeyen şehirli de hayatın tadını çıkaramıyordur. Dans
bilmemek çok ayıptır. İnsan bu alanda kendini yetiştirmelidir."
Kitapta
geçen en çarpıcı cümlelerden biri şu: “Yaşadıkları
insanın yüzüne yansır”...
- Güzellik ya da çirkinlik meselesi
değildir bu. Bir insan dingin yaşadıysa, iş yaptıysa, kötülükten kaçındıysa
onun verdiği huzurla yüzü bir şekil alır. İnsanın yüzünü bir kitap gibi
okuyabilirsiniz. İfadeniz bomboşsa hiçbir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan
kurtulmak mümkündür; yaşayın,
monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin, başkalarıyla ilgilenin,
okuyun, sevin. Bunları dolu dolu yapın ki izleri yüzünüze yansısın. Yüzünüz
ifadesiz kalmasın.
Sizin
gibi ömrünü çalışmaya adamış birine sorulacak ilk soru belki şu olmalı; nasıl
çalışmalıyız?
- Çalışmak kolaydır; oturur, çalışırsın.
Daha önemli olan hangi işi yaptığındır. Bu da şüphesiz en başından işini doğru
seçmekle mümkündür. Bunu yapmazsanız, hayatta hiçbir hedefiniz kalmaz. Boşuna
çalışır durursunuz. Zihniniz de uyuşur.
Peki
işimizi nasıl doğru seçeriz? Örneğin, para öncelikli bir kriter midir bu
konuda?
- Sevdiğin işi yapacaksın. Meslek
severek yapılır. Meslek seçiminde bizde yanlış göstergeler kullanılıyor. Para
bunlardan birincisidir. Para getirecek her mesleğin size mutluluk, daha
önemlisi verimlilik getirip getirmeyeceği şüphelidir. Yanlış bir meslek
seçtiğiniz takdirde verimlilik ve başarı oranını daha başından eksik
planladığınızı kabul etmeniz gerekir. İkincisi; bir meslek belki bugün için çok
para getiriyordur ama hızla değişen şartlar sonucunda istikbalin nasıl
yaşanacağı belli olmaz. Örneğin, bizde bir ara tıp sahasına çok büyük hücum
oldu. 1960’ların Türkiye’sinde hekimlik çok verimliydi. Hekimler, yurtiçinde,
hele kasabalarda çok para kazanıyorlardı. Yurtdışına gitmek isteyenler için
yollar açıktı. Bugün artık bu şart söz konusu değil, hekimlik sıkıntılı bir
meslek haline döndü.
Hangi kitapları okumalı?
1. Batı-Doğu Divanı Johann Wolfgang von Goethe
2. Semerkant Amin Maalouf
3. Kambur Şule Gürbüz (üstte)
Gelecek,
çevrecilerin olacak
Bugünün
popüler meslekleri için ne söylersiniz?
- Endüstri mühendisliği gibi bir dönemin
gözdesi bir dal da tıbbın akıbetine uğrayacağa benziyor. Ya da işletmecilik...
Gelecekte bu kadar genel müdüre yer olmayacağı için insanları bayağı
sukutuhayale uğratacak bir meslek olur diyorlar. Kod yazıcılığı dahi bugün
iyidir ama gelecekte daha daha iyi kod yazıcıları dışındakilerin çizginin
altında kalacağı açıktır. Ayrıca şunu bilmek zorundasınız: Bazı mesleklerde
para kazansanız bile ağır çalışma şartları söz konusudur. Beyazyakalıların
arasına girersiniz ama çalışma hayatınız ve saatleriniz Endüstri Devrimi’nin
maden işçilerininkinden beter olur. Bu size belirgin psikolojik hastalıklar,
sonra da fiziki hastalıklar getirir.
Peki
gelecekte ne tür mesleklerin yükseleceğini öngörüyorsunuz?
- Tek tek meslek söyleyemem ama çok açık
ki gelecek çevrecilerin olacak. Yaşam şartlarımız ağırlaştırılıyor. Dolayısıyla
çevrecilik, çok kapsamlı, çok ciddi mücadele isteyen bir ideoloji olacak. Yakın
gelecekte dünyayı ve yaşamınızı kurtarmak için bu esası bilmemiz gerekecek. Çevrecilikle
ilgili işler çok sabır ve emek isteyecek. Ama bunu zaten her meslek için
söylerim. Şimdiki gençlerin düştüğü bir yanılgı da bazı mesleklerin çok kolay
icra edildiğini düşünmeleri. En başta sanatçılık... Bu yolu seçenlerin uzun bir
süre birtakım meşakkate tahammül etmeleri gerekir. Ve o arada da sinirlerine ve
dünyasına sahip olmaları, çökmemeleri lazımdır.
Anne-baba
meslek seçiminde bir çocuğu ne kadar yönlendirmeli?
- Anne-baba çocuğu yönlendirmeyi bir
yerden sonra bırakacak. Mesleği çocuk seçecek. Onlar, çocuğun seçtiği mesleğin
gerçek bir meslek olup olmadığına baksın, o mesleğin zorlukları nedir kendisine
anlatsın. Ama size şunu söylüyorum, en makbul mesleğin, hatta bu meslek için en
makbul üniversitede alınan eğitimin dahi garantisi yoktur. Ben Chicago
Üniversitesi gibi fizik ve kimyanın çok önemli olduğu bir büyük üniversiteden
doktora derecesiyle çıkan birinin, kapıcı olarak hayatını sürdürdüğünü
biliyorum. Hiçbir şeyin garantisi yok. Gereken tek şey; yaptığın işi sevmen ve
kendini ona derviş sabrıyla adamayı öğrenmendir.
Bu Batı dünyasında çok yaygın bir tutumdur. Bizde maalesef böyle değil. İnsanlar çok çabuk bıkıyorlar.
Bu Batı dünyasında çok yaygın bir tutumdur. Bizde maalesef böyle değil. İnsanlar çok çabuk bıkıyorlar.
"Yabancı
dil meselesini 25’inize gelmeden çözmeniz gerekir. Gecikirseniz geçmiş olsun.
Elbette sonra da öğrenebilirsiniz ama aynı rahatlıkla ve kavrayışla
değil."
Arkadaşlık
kurma meselesini de önemsiyorsunuz. Kitapta Yaşar-Tilda Kemal, Can-Güler Yücel
gibi isimlerle arkadaşlığınızdan örnekler veriyorsunuz...
- Kiminle arkadaşlık yaptığınız mühimdir. Ben kendi arkadaşlarımda da, görüp tanıdığım insanlarda da bunu aradım.
Her biri bana bir bakış açısı sunmuştur, bir boyut getirmiştir. Bana bir değer
katmıştır. Bu bakış yanlış bir bakış da olabilir; sorun değil, zaman bu
yanlışlığı giderecektir. Ayrıca
illa aynı değer yargılarına sahip olduğunuz insanlarla arkadaşlık kurmanız da
gerekmez. Bilakis, insan herkesten bir şey öğrenir. Yeter ki bu farklılıklardan
yararlanın. Yanlışa saplanacağım diye dert etmeyin, sabit kalmayın.
"Çocuğunuzu
ne fazla övün ne de fazla yerin. İnsanın çocuğundan dâhi diye bahsetmesi,
devamlı küçümsemesi kadar tehlikelidir. Onun yanında olmasını bilin,
yeter."
Hangi filmleri izlemeli?
1. ‘Potemkin Zırhlısı’ Sergei Eisenstein
2. ‘Bisiklet Hırsızları’ Vittorio De Sica
3. ‘Bir Kuşak’ - A. Wajda
Yalnız
kalma konusunda yetenekli değiliz
Bu
sabit kalmama meselesinin üzerinde çok duruyorsunuz...
- Evet, çünkü bizde kimse kendini rahat
hissettiği yerden dışarıya çıkmıyor. Halbuki insanın kendini farklı gruplarda,
farklı ortamlarda ispat etmesi gerekir. Bir insan ancak bu şekilde kendini
geliştirebilir. Birçok kişi buna cesaret edemiyor, korkuyor. Korkmasınlar.
Hayatta hareket etmek çok önemlidir. Sabit kalmamak, sürekli bir arayış halinde
olmak gerekir.
Siz
kendi hayatınızda da buna dikkat etmişsiniz...
- Kitapta da anlatıyorum; ben, istifade
ettiğim hocalarımı hep bu şekilde arayıp buldum. Halil Bey (İnalcık), Mübeccel
Hanım (Kıray), Nermin Hanım (Abadan-Unat), Andreas Tietze, daha nice isim...
Unutmayın, insan kendi talihinin mimarıdır. Böyle insanlar sizin ayağınıza
gelmez, sizin onlara gitmeniz gerekir. Korkmayın, sizi dışlamazlar. Kendinizi
iyi yetiştirmişseniz, ilginiz, bilginiz dikkat çekerse, her grup sizi kabul
eder. Bir şey söyleyeyim mi, hayat böyle çok daha eğlencelidir.
Kitapta
evlilikle ilgili bir bölüm de var. Evliliği herkese tavsiye ediyor musunuz?
- Evlilik bir piyangodur. Ne kendi
seçtiğin kişi çok matahtır ne anne-babanın tavsiye ettiği... Eşinle dostunla
tanıştırırsın, fikirlerini alırsın, sonra da kendi ruhunun sesini dinlersin.
İlişki yürümediği zaman -ki bunu mutlaka görürsün- “Ben bunu yürütürüm, karşı
tarafı düzeltirim” gibi bir ahmaklık yapmayın. Birbirinizle fingirdemeye
başladığınız yaşta karakterler çoktan oluşmuştur. Kimseyi değiştiremezsiniz.
Mutlu
evliliğin sırrını da vermişsiniz; sürekli dip dibe olmamak, çiftlerin birbirine
nefes aldırması... “Yalnız
kalma becerisini geliştirin” diyorsunuz...
- Evet, her ilişkide tarafların
birbirine alan bırakması şarttır. Biz Türkler bunu biraz ihmal ediyoruz. Hep
yan yana, dip dibe olmayı sevgi zannediyoruz. Değildir. Maalesef biz yalnız
kalma konusunda yetenekli değiliz. Huyumuz değil. Biliyor musunuz, bu yüzden
iyi düşünür de çıkartamıyoruz. Çünkü
kimse bir başına bir şey yapmıyor. Yanına hep birilerini arıyor.
Niye
böyleyiz peki?
- Çünkü garanticiyiz. Yalnızlık zordur,
zahmetlidir. Beraber olmak konforludur, tehlikelerden, risklerden uzaktır.
Tamam ama bu konfor da işte yaratıcılığa, iş çıkarma yeteneğine düşmandır.
Yenal
Bilgici
İyi
tavsiyeye her zamankinden çok ihtiyaç var
Öyle bir çağdayız ki her kanaldan bilgi, tavsiye, takip edilecek
bir şey fışkırıyor. Ama ben bu kitapla şunu fark ettim, tamamen eski usul, bir
büyüğün insanı karşısına alıp, “Bunu böyle yap, şuna dikkat et” demesi çok
rahatlatıcı bir şeymiş... Sen neler hissettin bu kitabı hazırlarken?
- Evet, artık her şey elimizin altında;
bütün filmler, bütün kitaplar, bütün albümler... Çok fazla seçenek var ama bu
seçenekleri değerlendirmek zor. Zaman az, yöntem yok. Ben üniversite yıllarımda
bunun eksikliğini çok çekmiştim. Örneğin ne okusam aklımda, “Acaba başka bir
şeyi mi okumalıydım” sorusu oluyordu. Ne dinlesem, nereyi görsem, hangi dili
öğrensem? Bugün birçok insanın bu soruları sorduğunu biliyorum. İyi tavsiyeye
her zamankinden çok ihtiyaç var.
Bu
kitap nasıl ortaya çıktı?
- Ben İlber Hoca’yla çok röportaj
yaptım, Hürriyet’teki yazılarının editörlüğü de bendeydi. Beraber epey mesaimiz
oldu. Bu dönemde pek çok kişinin hocaya akıl danıştığını, onun da çok isabetli
tavsiyeler verdiğini gördüm. Bu kitap, o tavsiyelerin herkese hitap eden bir
versiyonu. Sağ olsun, ben de bunlardan fazlasıyla yararlandım. Sistematik
düşünme, çalışma konusunda nokta atışı tavsiyelerde bulunmuştur bana. Kitapta
bunlar da var zaten.
‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır-Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler’, Kronik Kitap’tan çıktı.
İlber
Hoca kolay biri değildir. Röportaj verirken bile yerinde duramaz, arka arkaya
sıraladığı bilgilerle karşısındakini sersemletir, bazen sinirlenir, kendini
kapatır... Zorlandın mı bu kitabı hazırlarken?
- Gerçekten hocanın kendi içinde bir
ritmi var. Yakalamak zor ama o ritme ayak uydurabildiğinizde müthiş bir
zenginlik sunuyor size. Elbette ritmi kaçırdığımız dönemler oldu ama çok da
zorlandım diyemem çünkü İlber Hoca zaten bu tavsiyeler konusunu çok önemsiyor.
Ona yolda yürürken danışan insanlara bile vakti yettiğince yardımcı oluyor. Bu
yönü bana ilginç geliyor. İlber Hoca, dışarıdan bakıldığında bazen sert biri
gibi görünebilir ama çocuğunu uykuda seven bir baba gibi... İnsanlar da onun
tavsiyelerine kulak veriyorlar. Bir konferansında, “Genç çiftler mobilya alacaklarına, dünyayı gezsinler” demişti hatırlarsan... Bu sözünü dinleyen pek çok
genç oldu.
Seni en
çok etkileyen tavsiyesi hangisi?
- “Hayatta anne-babanız dahil kimseyi
dinlemeyin” diyor. Aslında bu tavsiye kitabın mantığına ters gibi duruyor ama
değil. Bağımsız, kafası çalışan, ayakları yere basan bir birey, tüm imkânları
gözden geçirmeli, ama herkesin sözüyle de hareket etmemeli. Hocanın düsturu
zaten insanın potansiyelini sonuna kadar zorlaması ve imkân yaratması üzerine.
Bunları bir moral, motivasyon konuşması şeklinde yapmamasını da seviyorum.
Olmayacak şeyi pat diye söylüyor, zaman kaybetmenin önüne geçiyor.
İLBER
HOCA’DAN SEYAHAT TAVSİYELERİ
Bir şehri en iyi not tutarak hatırlarsınız. Yoksa bilgiler de hatıralar da
uçup gider. Benim metodum her seyahat için bir
defter tutmaktır.
Türkiye’den
çıkınca ilk görülmesi gereken yer İran’dır. Bunun nedeni de çok basittir:
İran’ı anlamadan Türkiye’yi anlayamazsınız.
Bir Türk, Avrupa’da en çok iki ülkede
rahat eder: İtalya ve İspanya. Özellikle
İspanya’nın insanı, rahatlığı ve cana yakınlığıyla bize kendimizi evde
hissettirir.
Görmeden
ölmemek gereken çok şehir var: Semerkand, Buhara, Kudüs, İsfahan, Kahire, Şam,
Roma, Floransa, Londra...
Sırf çarşıları ve mescitleri görmek için
bile İsfahan’a gidilir. Sokakları için Yezd’e gidilir. Floransa’nın, Siena’nın,
Bologna’nın sokakları neyse, Yezd’inkiler de odur hatta daha da orijinaldir.
HAYATIN
DÖNEMLERİ
İlber Ortaylı: “Hayatımız
temel olarak dört döneme ayrılır; iyi bir yaşam için, her dönemde tamamlamamız
gereken bazı işler vardır.”
12-25
Zihin, hafıza ve beden sağlığının en
yerinde olduğu bu dönemde hem okuyup öğrenmek hem spor yapmak hem de fırsatları
kollamak ve etrafı gözlemek lazım.
25-40
Aşırı alkol, sigara, kötü beslenme sizi
çok yıpratır. Sonra acısını çok hissedersiniz. Bunlardan uzak durarak, hiç
değilse birinden, ikisinden uzak durarak çok okumanızı, gezmenizi, yeniden
öğrenmenizi, dil dahil eksiklerinizi tamamlamanızı öneriyorum.
40-55
Bu dönemde yazdıklarınız, çizdikleriniz
daha başka olacak. 40’tan sonrası verimlilik açısından hakikaten nefis geçer.
Keza olgunluk bakımından da öyle. Mesela bir insanı 40’ından sonra daha iyi
sevebilirsiniz, hatta daha iyi bir âşık olursunuz.
55’ten
sonra
En azından 70’ine kadar eserler vermeye
devam etmeniz gerekir. Şüphesiz ustalığınızı kullanmalı, derinliğinizi
göstermelisiniz. Ama karşınızda bir düşman bulacaksınız. Esas onunla savaşmanız
gerekecek. O düşman, hafızadır.
Hangi müzeleri görmeli?
1. Arkeoloji Müzesi Kahire (üstte)
2. Hermitage Müzesi
St. Petersburg
3. İsrail Müzesi - Kudüs
1. Arkeoloji Müzesi Kahire (üstte)
2. Hermitage Müzesi
St. Petersburg
3. İsrail Müzesi - Kudüs
Serdar
Turgut
İlber Hoca yardım et, ömrümden hiç memnun değilim
Kitabı rafta görür görmez, "Benim
gibi bedbaht insanlara tam da yardımcı kitap bu olmalı" diye
düşünmüştüm.
Bestseller da olması gerekiyor, çünkü İstanbul seçimi dolayısıyla mutsuz olan insan sayısı devamlı tırmanıyor. Hatta YSK birkaç karar daha verirse sadece bedbaht olmakla kalmayacağız toptan delirme ihtimalimiz yüksek.
Bir umutla aldım kitabı elime, fakat yazarını görür görmez, büyük bir hata yapmak üzere olduğumu hissetmiştim.
İlber Ortaylı’yı yıllardır tanırım, bana hiç bir zaman çok mutlu bir insan olarak gelmemişti. Hatta fazla mutlu olmanın ona yakışmayacağını bile düşünmüşümdür hep.
Zaten Almanca’yı Viyana'da yaşayanları 'sefil köylüler' veya 'aşağılık plebler' olarak nitelendirecek düzeyde konuşabilen bir insanın çok istese dahi fazla mutlu olabilmesine imkanı yoktur.
Almanca bu dünyadaki mutsuzlukların lisanıdır. Nietzsche ve Schopenhauer gibi fiozfların birer Alman dili cambazları da olmaları bu yüzdendir.
Yine bu yüzden hiç bir İkinci Dünya Savaşı filminde Nazileri Mussolini'nin askerleri oynayamaz. Çünkü İtalyanların dili neşeli olduğundan Nazizmi bile becerememişlerdir.
Bestseller da olması gerekiyor, çünkü İstanbul seçimi dolayısıyla mutsuz olan insan sayısı devamlı tırmanıyor. Hatta YSK birkaç karar daha verirse sadece bedbaht olmakla kalmayacağız toptan delirme ihtimalimiz yüksek.
Bir umutla aldım kitabı elime, fakat yazarını görür görmez, büyük bir hata yapmak üzere olduğumu hissetmiştim.
İlber Ortaylı’yı yıllardır tanırım, bana hiç bir zaman çok mutlu bir insan olarak gelmemişti. Hatta fazla mutlu olmanın ona yakışmayacağını bile düşünmüşümdür hep.
Zaten Almanca’yı Viyana'da yaşayanları 'sefil köylüler' veya 'aşağılık plebler' olarak nitelendirecek düzeyde konuşabilen bir insanın çok istese dahi fazla mutlu olabilmesine imkanı yoktur.
Almanca bu dünyadaki mutsuzlukların lisanıdır. Nietzsche ve Schopenhauer gibi fiozfların birer Alman dili cambazları da olmaları bu yüzdendir.
Yine bu yüzden hiç bir İkinci Dünya Savaşı filminde Nazileri Mussolini'nin askerleri oynayamaz. Çünkü İtalyanların dili neşeli olduğundan Nazizmi bile becerememişlerdir.
***
Hocanın kitabı birçok yanlışla dolu.
Bunlar daha kitabın kapağından başlıyor. ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ın
alt başlığında ‘Hayatta doğru seçimler için öneriler’ denilmiş.
Şimdi hocam bu hayatta kimsenin evliliği için yaptığı eş seçiminin doğru olup olmadığına nasıl başkaları karar veremezse, hayattaki diğer seçimlerin de doğru olup olmadığını kimse söyleyemez.
Sana şöyle bir örnek vereyim, ben New York’ta bir adam tanıdım. Adam tüm hayatını kendisini en güzel kırbaçlayacak kadını bulmaya adamış ve bundan da çok mutluydu.
Eğer şimdi sen o adamın doğruyu yapmadığını düşünüyorsan peki ona bunu anlatıp asıl doğruyu ona anlatmaya gönüllü olur musun? Buna evet diyorsan, ki bu kitabı yazmaya yeltenmiş bir insan olarak bunu demelisin de, o zaman ne yapacaksın yani adama kendisinin başını okşayacak ve ona şiirler okuyacak bir kadınla daha mutlu olacağını mı anlatacaksın? ’Doğru seks', ‘Doğru erkek veya kadın' diye bir şey olmadığı gibi hayatta ‘doğru’ seçim için formül hiç yoktur.
Şimdi hocam bu hayatta kimsenin evliliği için yaptığı eş seçiminin doğru olup olmadığına nasıl başkaları karar veremezse, hayattaki diğer seçimlerin de doğru olup olmadığını kimse söyleyemez.
Sana şöyle bir örnek vereyim, ben New York’ta bir adam tanıdım. Adam tüm hayatını kendisini en güzel kırbaçlayacak kadını bulmaya adamış ve bundan da çok mutluydu.
Eğer şimdi sen o adamın doğruyu yapmadığını düşünüyorsan peki ona bunu anlatıp asıl doğruyu ona anlatmaya gönüllü olur musun? Buna evet diyorsan, ki bu kitabı yazmaya yeltenmiş bir insan olarak bunu demelisin de, o zaman ne yapacaksın yani adama kendisinin başını okşayacak ve ona şiirler okuyacak bir kadınla daha mutlu olacağını mı anlatacaksın? ’Doğru seks', ‘Doğru erkek veya kadın' diye bir şey olmadığı gibi hayatta ‘doğru’ seçim için formül hiç yoktur.
***
Kitabın nasıl gideceğine dair ilk
işareti henüz önsöz sayfasının ilk cümlesinde gördüm.
Şöyle başlıyor: "İnsanların bir kısmı maalesef doğuştan zayıf olur ve hastalıklarla boğuşur, bir kısmı ise sıhhatlidir fakat zekasını çalıştırmak imkanını bulamamıştır. Böylelerin bir kısmı mutlu olur."
Benim bu önsöz açılışı cümlesine itrazım ‘böylelerin bir kısmı mutlu olur’ kısmına.
Şunu hepimiz bilmeliyiz ki, bilmiyorsak dahi bunu hemen sokağa çıkıp gözlemleyebiliriz, zekasını çalıştırmayanların hepsi çok mutludur. Bana bir mutsuz insan gösterin hemen onun size ya çok zeki ya da çok bilgili olduğunu söyleyebilirim.
Hocaya tavsiyem bilgili ve akıllı olmanın kendisine bu memlekete mutlu olması için neler kattığını ve götürdüğünün bir hesabını çıkarsın, sonra konuşsun bu konuda.
Şöyle başlıyor: "İnsanların bir kısmı maalesef doğuştan zayıf olur ve hastalıklarla boğuşur, bir kısmı ise sıhhatlidir fakat zekasını çalıştırmak imkanını bulamamıştır. Böylelerin bir kısmı mutlu olur."
Benim bu önsöz açılışı cümlesine itrazım ‘böylelerin bir kısmı mutlu olur’ kısmına.
Şunu hepimiz bilmeliyiz ki, bilmiyorsak dahi bunu hemen sokağa çıkıp gözlemleyebiliriz, zekasını çalıştırmayanların hepsi çok mutludur. Bana bir mutsuz insan gösterin hemen onun size ya çok zeki ya da çok bilgili olduğunu söyleyebilirim.
Hocaya tavsiyem bilgili ve akıllı olmanın kendisine bu memlekete mutlu olması için neler kattığını ve götürdüğünün bir hesabını çıkarsın, sonra konuşsun bu konuda.
***
Çeviriyorum sayfayı karşımda şöyle bir
cümle var: "Tatsız bir çağdayız." Bu berbat, rezil
çağı sadece tatsız diye tanımlamak bence hafif tanımlamaların anasıdır. Hoca
daha iyi anlasın diye İngilizce de söyleyeyim. ‘Understatement of the
year.’
Kitabın sunuşunu yazan arkadaş İlber Hoca'nın kendisine "Biliyor musun insan en güzel trende düşünür" dediğini aktarıyor.
Bence bu bir başka lüzumsuz genelleme olmuş.
Düşünmemiz gerektiğinde her zaman treni nerede bulacağız bulsak da nereye gideceğimiz belli değil, bulsak ve gitsek dahi bunu eşlerimize nasıl anlatacağız bu belirsiz.
Karım beni Ümraniye’de evde beklerken iki saat sonra ona telefon açıp "Ben Gebze’deyim" desem bunun nedeni olarak da "Sadece düşünmek için" diye de anlatırsam daha sonra evime döndüğümde beni kesin bir ölümün bekleyeceğini anlamıyor İlber Hoca nedense!
Ha ayrıca ben en iyi trende değil tuvalette düşünürüm. Sadece bu yüzden Karl Marx’ın Das Kapital’inin tamamını tuvalette bitirmiştim, daha sonra hızımı alamayarak Grundrisse’yi de tamamlamıştım. Hayır endişelenmeyin bütün bunları sadece tek bir oturuşta değil birbiri ardına gelmiş olan değişik oturumlarda yaptım..
Eğer güzel düşünce açısından İlber Hoca'nın önerisiyle benimkini de alacaksanız o zaman ideali yataklı trenin tuvaletinde oturarak düşünmek olmalı. En güzeline öyle varırsınız ancak.
Kitabın sunuşunu yazan arkadaş İlber Hoca'nın kendisine "Biliyor musun insan en güzel trende düşünür" dediğini aktarıyor.
Bence bu bir başka lüzumsuz genelleme olmuş.
Düşünmemiz gerektiğinde her zaman treni nerede bulacağız bulsak da nereye gideceğimiz belli değil, bulsak ve gitsek dahi bunu eşlerimize nasıl anlatacağız bu belirsiz.
Karım beni Ümraniye’de evde beklerken iki saat sonra ona telefon açıp "Ben Gebze’deyim" desem bunun nedeni olarak da "Sadece düşünmek için" diye de anlatırsam daha sonra evime döndüğümde beni kesin bir ölümün bekleyeceğini anlamıyor İlber Hoca nedense!
Ha ayrıca ben en iyi trende değil tuvalette düşünürüm. Sadece bu yüzden Karl Marx’ın Das Kapital’inin tamamını tuvalette bitirmiştim, daha sonra hızımı alamayarak Grundrisse’yi de tamamlamıştım. Hayır endişelenmeyin bütün bunları sadece tek bir oturuşta değil birbiri ardına gelmiş olan değişik oturumlarda yaptım..
Eğer güzel düşünce açısından İlber Hoca'nın önerisiyle benimkini de alacaksanız o zaman ideali yataklı trenin tuvaletinde oturarak düşünmek olmalı. En güzeline öyle varırsınız ancak.
***
İlber Hoca bir ömrün güzel yaşanması
için çok okumanın gerektiğini de düşünüyor.
Bize okumamız için tavsiye ettiği 25 kitabın yedincisine geldiğinizde içinizi sadece adlarını okumaktan bile hafakanların bastığını göreceksiniz.
Listeyi burada tekrarlayıp zaten kararmış olan içlerinizi daha da karartmak istemiyorum.
Şöyle anlatmaya çalışayım meseleyi ilk yedi sırayı kazasız belasız geçerseniz ondan sonra insana biraz yaşam mutluluğu verecek, sürükleyecek bir şeyler geleceğine inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yedinci sıradan sonra Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi şeyler başlıyor. İlber Hoca galiba bu listeyi şunu düşünerek yapmış olmalı: Bu biçareler bu listedeki kitapları hatta sadece ilk yedi sıradakini okumaya kalksalar nasıl olsa ömürleri tükenecek ve gerçek hayatta mutsuz olmaya fırsatları da kalmayacak. Benim de amacım gerçekleşmiş olacak.
Bize okumamız için tavsiye ettiği 25 kitabın yedincisine geldiğinizde içinizi sadece adlarını okumaktan bile hafakanların bastığını göreceksiniz.
Listeyi burada tekrarlayıp zaten kararmış olan içlerinizi daha da karartmak istemiyorum.
Şöyle anlatmaya çalışayım meseleyi ilk yedi sırayı kazasız belasız geçerseniz ondan sonra insana biraz yaşam mutluluğu verecek, sürükleyecek bir şeyler geleceğine inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yedinci sıradan sonra Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi şeyler başlıyor. İlber Hoca galiba bu listeyi şunu düşünerek yapmış olmalı: Bu biçareler bu listedeki kitapları hatta sadece ilk yedi sıradakini okumaya kalksalar nasıl olsa ömürleri tükenecek ve gerçek hayatta mutsuz olmaya fırsatları da kalmayacak. Benim de amacım gerçekleşmiş olacak.
***
İlber Hoca bütün bu kitapları orijinal
dillerinde okumamızın doğru olacağını düşünüyor gibi.
Yani hayatımızı kitap okumaya vakfetmeden önce 7 veya 8 yabancı dili iyi biçimde öğrenmemiz de gerekiyor mutlu olabilmemiz için. Bu kadar işi bitirdikten sonra ölüm bile iyi haber olarak gelebilir insana.
Yani hayatımızı kitap okumaya vakfetmeden önce 7 veya 8 yabancı dili iyi biçimde öğrenmemiz de gerekiyor mutlu olabilmemiz için. Bu kadar işi bitirdikten sonra ölüm bile iyi haber olarak gelebilir insana.
***
Kitapta benim hala daha çözmeyi
başaramadığım gizemli bir cümle de var. Diyor ki "Fransız yazar
Stendhal’ın ‘Kırmızı ve Siyah’ını Almanca okuyun tercümesi çok iyidir."
Fransızcayı biliyorsak, ki mutlu olabilmek için İlber Hoca'ya göre bilmek zorundayız, bunu bildiğimiz öteki 7 dil arasından illa da neden Almanca’dan okumak zorunda kalalım ki.
New School’da master yaparken ben de Kapital’i Almanca'dan okumaya kalkmıştım. Ve Almanca dersleri de almaya başladım. Ancak hocama aşık olduğum ve ona çıkmak teklif ettiğim için bu girişim yarım kaldı. Almanca'yı bırakmamın bir diğer nedeni de hocamın bir derste beni sınıfın önüne çıkarıp bir Almanca şarkı söyletmek istemesiydi.
Tam hatırlamıyorum da galiba şarkı ‘ich moche eine kotelett, Ja Ja Ja’ diye gidiyordu... Kadının bu önerisini duyar duymaz dersi bıraktım ve kaçtım. Bugüne kadar Almanca'dan pek hoşlanmam. Belki de genel mutsuzluğumun nedeni Türkiye değil Almanca bilmemem bile olabilir…
Fransızcayı biliyorsak, ki mutlu olabilmek için İlber Hoca'ya göre bilmek zorundayız, bunu bildiğimiz öteki 7 dil arasından illa da neden Almanca’dan okumak zorunda kalalım ki.
New School’da master yaparken ben de Kapital’i Almanca'dan okumaya kalkmıştım. Ve Almanca dersleri de almaya başladım. Ancak hocama aşık olduğum ve ona çıkmak teklif ettiğim için bu girişim yarım kaldı. Almanca'yı bırakmamın bir diğer nedeni de hocamın bir derste beni sınıfın önüne çıkarıp bir Almanca şarkı söyletmek istemesiydi.
Tam hatırlamıyorum da galiba şarkı ‘ich moche eine kotelett, Ja Ja Ja’ diye gidiyordu... Kadının bu önerisini duyar duymaz dersi bıraktım ve kaçtım. Bugüne kadar Almanca'dan pek hoşlanmam. Belki de genel mutsuzluğumun nedeni Türkiye değil Almanca bilmemem bile olabilir…
***
Hocanın kitabında tek doğru tavsiyeye
biraz yaklaştığı konu evlilik konusundaydı.
Ben doğrusu "Kolay kolay evlilik de tavsiye etmem" cümlesini okuyunca epey heyecanlandım "Galiba hoca da benim gibi evliliğe karşı ve bunun yapılmamasını istiyor mutlu olunması için" diye düşünmüştüm ama bu da değilmiş. Şu onla evlensin bu ona yakışır türünde tavsiyelerde bulunmazmış. İyi de yapıyor. Yazının başında zaten bunun katiyen yapılmaması gerektiğini söylemiştim.
Ben doğrusu "Kolay kolay evlilik de tavsiye etmem" cümlesini okuyunca epey heyecanlandım "Galiba hoca da benim gibi evliliğe karşı ve bunun yapılmamasını istiyor mutlu olunması için" diye düşünmüştüm ama bu da değilmiş. Şu onla evlensin bu ona yakışır türünde tavsiyelerde bulunmazmış. İyi de yapıyor. Yazının başında zaten bunun katiyen yapılmaması gerektiğini söylemiştim.
***
Eğer illa da alacak ve okuyacaksanız siz
siz olun İlber Hoca’dan gezi tavsiyesi almayın.
Şöyle diyor hoca; "Benim için başta İsfahan gelir."
Siz bunu okuyunca "Ne yapalım insan üstün zekalı olsa da hata yapabilir" diyorsunuz ama okuyunca şöyle devam ettiğini de görüyorsunuz: "Yolu düşecekleri tatsızlıklara karşı da uyarayım. İran’da ulaşım pek rahat değildir, zahmetlidir. Zaten İran’da bir çok şehir belli bir saatten sonra kapı duvardır. Mesela Erdebil… Tamamıyla bir Türk şehridir ama geceleri in cin top oynayan yerlerden birisidir. Geçenlerde orada bir gece kaldım. İnsan ürküyor; kriminal bir meselenin varlığından değil ama herkesin evine kapanmasından kimsenin dışarı çıkmamasından ürküyorsunuz."
Durum böyleyse bunun neden tavsiye edildiği meçhul.
Sağol hocam ben almayayım. Herkesin zifiri karanlıktan Kont Drakula çıkıp gelecekmiş gibi evlerine kapandığı şehirler bana göre değil.
Gezeceğim zaman bana Paris’i verin, biraz ışıltı olsun.
Şöyle diyor hoca; "Benim için başta İsfahan gelir."
Siz bunu okuyunca "Ne yapalım insan üstün zekalı olsa da hata yapabilir" diyorsunuz ama okuyunca şöyle devam ettiğini de görüyorsunuz: "Yolu düşecekleri tatsızlıklara karşı da uyarayım. İran’da ulaşım pek rahat değildir, zahmetlidir. Zaten İran’da bir çok şehir belli bir saatten sonra kapı duvardır. Mesela Erdebil… Tamamıyla bir Türk şehridir ama geceleri in cin top oynayan yerlerden birisidir. Geçenlerde orada bir gece kaldım. İnsan ürküyor; kriminal bir meselenin varlığından değil ama herkesin evine kapanmasından kimsenin dışarı çıkmamasından ürküyorsunuz."
Durum böyleyse bunun neden tavsiye edildiği meçhul.
Sağol hocam ben almayayım. Herkesin zifiri karanlıktan Kont Drakula çıkıp gelecekmiş gibi evlerine kapandığı şehirler bana göre değil.
Gezeceğim zaman bana Paris’i verin, biraz ışıltı olsun.
***
Kapanış düşüncesi olarak İlber Ortaylı
acaba Erdebil'de neden bir gece kaldı. Orada ne işi olabilir ki bir insanın….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder